|
|
|
|
Monday, 31 December 2012
2012 Aralik, Tanzanya
07.12.2012 Cuma
Şu anda Dar Es Sallam’da Kunduchi Beach Hotel & Resort’ta Sevgi ile bir düğün törenindeyiz!
Nasıl mı?.. Bakın anlatayım..
Mombasa / Kenya’da kurulu Elephant Steel Industries’in sahibi, müşterimiz Dipesh Mashru bir Hintli.. Afrika’da yaşayan her zengin Hintli genç gibi (Kız-erkek fark etmiyor, hepsi çocuklarına çağdaş eğitim veriyorlar, bulundukları geri kalmış ülkede iyi bir tahsil, iyi bir sermaye ile yaşamlarını en üst düzeyde devam ettiriyorlar..) İngiltere’de Uzay Mühendisliği okumuş, aile Babası ve 3 Amcası ile birlikte zamanında Mombasa’ya yerleşmişler, buranın en büyük otobüs firmasını kurmuşlar adı MASH.. Malindi – Mombasa- Nairobi arasında yolcu taşıyorlar.. Bu arada tam 350 TIR sahibi olmuşlar, ve de zengin olmuşlar, TUNATEK olarak bu firmaya bir makine sattık, bize güvendiler ve samimi olduk..
Dipesh İngiltere’de okurken Jilna isimli bir kızla tanışmış, kız da Hintli, ama onların ailesi Dar Es Salaam’da yaşıyor, tanışmalarına rağmen “görücü usulü” bir evlilik gerçekleşmiş, araya bilge Hintliler girmiş, adaylar genç, güzel, yakışıklı, zengin, para yabancıya gitmeyecek, garantili bir hayat onları bekliyor.. Bizi Dipesh düğününe davet etti, iyi ki de etmiş, çok enteresan bir düğün törenine şahit olduk..
Biletimizi bir ay önceden aldık, Ankara – Doha – Dar, araya bir de tatil sıkıştırdık ve Zanzibar adasını ekledik tam 5 gün..
Ankara – Doha (Qatar Airlines) tam 3 saat 15 dakika sürdü ve rahat geçti. Ama Doha – Dar uçuşunda koltuğun darlığından bir “Cenin” pozisyonunda oturmak zorunda kaldık.. Uçuş 5.5 saat sürdü, Dar’a indiğimizde popom resmen ‘çürümüş’tü.. Bilet fiyatı gidiş – dönüş tam 890 Euro, First Class ise bu tutarın 3 katı..
Sabah saatin 7.30 unda Dar’a indik, Giriş vize ücreti kişi başı 50 dolar.. Dışarı çıkınca Saidi isimli bir şoför bizi karşıladı.. Bütün bunları organize eden Dipesh.. Aynı uçakta bizimle birlikte Ankara’dan aynı törene davetli Ayhan Osman hanım ile işte tam orada tanıştık..
Havaalanı ve Kunduchi Beach Hotel arası 35 Km., tam 1.5 saatte gelebildik.. Bu trafik hemen her yerde bir sorun.. Ama Afrika’da daha da büyük bir sorun yumağı oluyor.. Mombasa’da, Nairobi’de otomobiller gidemiyor.. Sanırım çok yakında uçan mobiller icat edilecek.. İnanın daha başka bir çözümü yok.. Odamıza yerleştik, 120 numaralı oda, klimalı, rahat bir oda,Bavulları bırakıp öğle yemeğine yetiştik..
Bunların yemekleri bize hiç uymuyor.. Bir kere hepsi Hintli, Hindu dinine mensuplar, et yemiyorlar, alayı vejateryan, "İnekler bizim Tanrımız" diyorlar.. İnekten Tanrı olur mu?.. yapmışlar işte..” Ben Tanrımı yedirtmem arkadaş..” diye dayıyorlar patatesi, pirinci, içine pirinç tanesinden daha çok acı biber koyuyorlar, yerken göz bebekleriniz değişiyor, somya yayı gibi bir hal alıyor..
Gelelim düğüne.. Bir program bastırmışlar, tam 3 günlük, her dakika hangi salonda yemek yenilecek, hangi salonda ne yapılacak belli..
İlk karşılama Mawimbi Restoranda başladı.. Patatesler, bamyalar, fasulyeler, siyah mercimek pülverize hale getirilmiş, içine biberin “kökü” karıştırılmış, 1 saat kaynatılıp tekrar biber ötesi bir şey karıştırılıp üzerine toz kırmızı biber ekilmiş ve bunlar çeşitli kaplara yerleştirilmiş.. Herkes bunlardan tabağına alıp bir sandalyeye ilişip yiyor.. Ben iki – üç çatal alıp “ağzından ateş saçan ejderha’ya” döndüm.. İçtiğim Coca Cola ağzımda berbat bir tat bırakıyor.. Ne zorumuz varsa.. Yemek sonrası odamıza çekildik, akşam Jahazi Sea View restoranda, Black Label viski ile beraber ultra biberli patates lapa yedik.. Sinirleniyorum ama..
08.12.2012 Cumartesi
Kahvaltı Merikebu Restoranda.. Ekmek arası acı biber sonrası “Damadı Mürekkepleme” törenine katıldık.. Bu dini bir tören.. Bir şişe Sckriccs marka mürekkep alıp gitmenin alakası yok.. Ama ben öyle bir serserilik tahayyül ettiğim için sabahın köründe damladım törene.. Damadın yüzü gözü lacivert mürekkeple fotoğrafını çekeceğim güya.. Ama törenin mürekkeple alakası yok, tamamen dini..
Öğle saatlerinde otelin havuzunda yüzerken bir gece önce oryantal dans yapan kızlarla tanıştım.. Biri Avustralyalı, diğeri Danimarkalı.. Güney Afrika’dan buraya gelip düğünde dans ediyorlar.. “ Gece bizi izleyin Bolywood dansı yapacağız “ dediler.. Çok hoş kızlar.. Sevgi yanımda olmasa bu havuzda kızlar yerine kesinlikle Ankaralı Seymenlerle yüzerdim..
“Ooo, siz Türk müsünüz?.. Oryantali bilirsiniz“ dediler, ben “Oryantal bizim değil, Arapların dansı“ dedim..
Bu arada Dipesh’in Londra'da birlikte okurlarken tanıştığı okul arkadaşı Tuğrul İstanbul’dan geldi, çok tatlı bir genç adam.. O da yakında evlenecek.. Biraz denedim ama mani olamadım.. Yazık..
Akşam yemeğinde kumsalda Beach Party vardı, Tugrul, Yusuf Bey, Ayhan Hanım'la birlikte oturduk, Ayhan Hanım çok gırgır, hoş sohbet, Sevgi ile hemen anlaştılar, eşi Yusuf Bey de çok nazik, kaliteli insanlar.. Yemekte birlikte acılı mercimek yemeğini yedik, dilimiz önde biz arkada koşa koşa odamıza çekildik..
09.12.2012 Pazar
Bu gün büyük gün.. Düğün Günü.. Saat 16.30 da smokinimi giyip Lobi’ye indim.. Karşıma kafasında beyaz bir türban olan bir İngiliz çıktı, çok komikti.. Sevgiyi dürtüp “Şu..Şuna bakar mısın?.. Manyak lan bu..!” dedim , ana Lobi’ye gelince herkesin bu türbanı taktığını fark ettim.. Oğlan tarafı bu komik saçma ama denenesi şeyi takıyor.. Hoop, anında bana da bir tane takıldı.. Sevgi siyah pırıl pırıl parlayan bir tuvalet giymiş, ikimiz de pek şıkız..Sapkam ve ben çeşitli kameralara gülümsedik, İngiliz döneminde kıç yalayan Hintli askerlere döndüm..
Neyse, Damadı alıp kızın bizleri beklediği tören salonuna hareket ettik, sıcaklık 35 derece benim Hint türbanımın altından şıpır şıpır ter damlıyor.. Damat son derece lüks bir SUV’un içinde, arkasında 4 tane süslenmiş Tuk Tuk, kapıda gelinin kız kardeşi bizi kafasında tuttuğu süslü bir testi karşıladı. Damadın elinde de Hindistan Cevizi var.. Bu ceviz en verimsiz toprağa bile tutunur, meyve verir ve yaşamı devam ettirirmiş..Baldızın başındaki o süslü testi de o tohumu sulamak için herhalde.. Baldızla damat birlikte neyi sulayacaklarsa.. Yine muzırlığım dürtüyor beni..
Misket oynayarak kız evine ilerliyorum.. tek bildiğim şarkı bu ama ne yapayım?..
Damadı sembolik ev kapısında kayınvalidesi karşıladı , anladığım kadarı ile kız verme değil de damat alma olayı var burada, kayınvalide damadın burnuna vurma hazırlığı yapıyor, burun insanın en hassas yeri.. İnsanın egosunu simgeliyor burun.. Burna dokununca “ Bu evde senin egon geçmez aslanım” mesajı veriliyor.. Damat burnunu sakınıyor, kayınvalide bir şekilde onu ve damadın sağdıcını atlatıp burnunu tutuyor damadın..
İçeri bu sefer gelin geliyor, Damat ile karşılıklı oturup bir tepside birlikte ayaklarını yıkıyorlar.. Rahipleri bu arada bir sürü Hintçe ilahiler söylüyor, bazen salondaki kadınlar ona eşlik ediyorlar..
Damat tarafından 5, Kız tarafından 5 eşdeğer isim anons ediliyor.. Kayınpederle Kayınpeder, oğlanın erkek kardeşi ile kızın erkek kardeşi , amcasıyla amcası gibi.. Bu isimle karşılıklı sahneye çıkıp resmen güreşiyorlar.. Bu güreş yaşlılarda sembolik, gençlerde gerçek oluyor.. “ Aranızda bir husumet varsa burada bitsin, evlilik gerçekleşince bu saçmalıklar bir daha gündeme gelmesin” mesajı veriliyor..
Damat Dipesh, Londradan sınıf arkadaşı sağdıcı ile kızın evinin önünde Törenler bitti, konuşmalar yapıldı, Düğünü, bütün masrafları, 250 kişinin 3 gece 5 yıldızlı otelde misafir edilmesini kızın babasının yaptığı anlaşıldı.. Kızın babası mikrofonu eline aldı, çok duygulu bir konuşma yaptı, Dipesh’in babası çıkıp çok sıradan şeyler söyledi, Yeti gibi bir adam, zaten törendeki finalde kızın babasını ikiye katlayıp yere bıraktı.. Düğün yemeğinde içki yok, herhalde biri içip de etrafın havasını bozmasın diye.. “ Seviyordum ulennnn.!” diye bir aşık çıkabilir.. Hindistan dediğin 1.5 milyar insan.. Binde bir çıksa 1.5 milyon insan demektir..
10.12.2012 Pazartesi
Sabah 08.30 da otelden ayrıldık.. Kunduchi Beach Hotel ile Terminal 1 arası taksiyle tam 1 saat 40 dakika sürdü.. Terminal 1 de Coastal Hava Yolları ile Zanzibar’a uçacağız. Uçaklar bildiğiniz pır pır.. Sevgi olayı hissedince suratı düştü.. Aa?.. Sabiha Gökçen'in torunu değil misin sen?.. Ben uçan bu planör irisi ‘şey’in daha emniyetli olduğunu söylüyorum.. (Nerden biliyorsam.. Aslında hiç bir fikrim de yok..) Neyse.. 10.30 da ki uçağa bindik, 1 kişi 76 dolar ama 2 kişilik uçak 200 dolara sizi Zanzibar’a atıyor.. Uçuş süresi tam 20 dakika, uçağımızın pilotu İngiliz, havalandık, aşağıda mercan kayalıkları görünüyor, teneke çatılı binlerce ev ve Zanzibara indik..
Havaalanında bizi Süleyman karşıladı, Zanzibar’ın 1.250.000 nüfuslu özerk bir Cumhuriyet olduğunu, Kendi başkanı, parlamentosu olduğunu, ama Tanzania’ya bağlı olduğunu söyledi, nüfusunun %95 i Müslüman.
Havaalanından 1 saat 40 dakikalık bir yolculukla adanın tam kuzeyine Nungwi bölgesinde bulunan La Gemma Dell Est gurubuna bağlı Plan Hotel’e geldik. Yol tropik ağaçlarla dolu, Sri Lanka’nın yarı sıklığındaki ağaçlar, halkı hayli fakir, otelde çalışan işçiler ayda 100 dolar alıyorlar, müşteri azalınca çalışmayanlara para da ödenmiyor.. Yine de çok mutlular veya öyle görünmek önemli bir becerileri.. Sizi görür görmez bembeyaz dişler çıkıyor ortaya “ Cambooo..” diyorlar gülümseyerek..
Evet.. demin dediğim gibi Plan Hotel Diamonda La Gemma Del Est Gurubuna bağlı, Giriş – Lobi, ve Lobinin hemen yanındaki Lounge da bizi arap, mabel marka sakızın üstündeki gibi fotoğrafa benzeyen bir kız karşıladı, kolumuza mor renkli “Bunlar Hintlilerin kutsal öküzü dahil ne yerlerse yesinler, ne isterlerse verin” bantı takıldı, bizi Golf Cart ile odamıza bıraktılar, odamız gerçekten büyük, klima, TV, koltuk takımı, banyo harika, ama internet dalgaları buralara ulaşmıyor.. İlla Lobi Bar’a gideceksiniz..Telefon da çekmiyor, sanki radyasyon serpintilerine karşı yapılmış binalar gurubu.. Bizim odanın önündeki bahçe bir alt gurubun yatak odası.. Merdiven şeklinde 3 sıralı guruptan oluşuyor.. Deniz turkuvaz rengi, kumlar bembeyaz, Med – Cezir burada da var.. Kunduchi Beach Hotelde de vardı.. Burada çok fazla hissediliyor.. Restoranı mükemmel, yemekler gerçekten güzel. Denizin üzerinde bir “Sunset Bar“ var, orada güneşi batırabilirsiniz..
11.12.2012 Salı
Bu gün benim doğum günüm, sabah kahvaltıdan sonra Stone Town gezisi yapmaya karar verdik. Taksi bizi oraya götürecek, 5 saat bekleyecek, otele geri getirecek 90 dolara anlaştık.. Haa, bu arada 1 dolar 1600 Tanzanya şilini.. Tom adında bir taksi şoförü bizi aldı, otelimiz ile Stone Town tam 1 saat 40 dakika (yahu dikkat ettim de nereye gitsek aynı sürede gidiyoruz.. Kekleyen biri mi var bizi?..)
Stone Town, adanın ilk yerleşim bölgesi, adaya ayak basan Araplar tarafından kurulmuş, çok pis tabii.. Pis ötesi.. Sokakları, insanları, tacizleri.. Biri yanınıza yapışıyor,sürekli bir şeyler söylüyor, dinlemezseniz dürtüyor, Burada dükkan sahibi, biri İtalyan biride İngiliz iki kadına rastladık, geldiklerine bin pişmanlar, sanırım gemilerini yakmışlar 5 yıldır buradalar ve geri dönemiyorlar.. İtalyan kadının erkek arkadaşı Tanzanya'lıymış.. Belki o bırakmıyordur..
Sevgi bütün dikkati ile bir şeyler almaya çalışıyor, İnci’nin ısmarladığı Tanzanya yazılı anahtarlığı bile zor bulduk, fiyatlar saçma sapan bir şekilde yüksek, zevkten özenle arındırılmış objelere epey emek vermişler. Bir ara bir yere oturup Coca Cola içtik, ben sigaramın sonunu biten şişenin içine attım, Sevgi şişenin dibinde gördüğü pisliği Zanzibar Colasının doğal pisliği zannetmiş.. O kadar yani.. Dayanamadık bu keşmekeşe, Tom’u telefonla aradık ve tam 1.5 saat sonra otelimize geri döndük.. Öğle yemeğini en azından hijyenik bir ortamda yiyeceğiz..
12.12.12 Çarşamba
Sevgi bu gün saçını Afrikalı kadınlar gibi ördürdü, heves etti ve Klingon’lulara döndü..
Değişiklik hoş tabii.. Eşimin kafa derisini ilk defa gördüm.. Bu arada deniz çekilince açılan yoldan otelin yan kumsalındaki alışveriş çadırlarını keşfetti.. Yandık tabii.. Sürekli deve gibi gidip geleceğiz o yoldan.. Şu deniz bir yükselse.. Öğle yemeklerinde restoranın klimasız açık bölümünde 2 grill grubu var, birinde spagetti, diğerinde döner yapılıyor.. İçeride çeşitli yemekler, çorbalar, salatalar, tatlı, meyve ve yerel yemekler var.. Menü zengin.. Akşam yemeği sonrası hep uyuduk burada, epey dinlendim, ama yüzümdeki o yorgun bakış gitmiyor benden.. Ne yapayım?.. Benim de tipim bu herhalde..
13.12.2012 Perşembe
Hakkuna Matata – No Problem..
Asanti sana – Teşekkür Ederim..
Mambo – Nasılsın?..
Poa – İyiyim..
Karibu – Hoşgeldiniz
İşte öğrendiğim Swahili dili bu kadar ve yeterli.. Herkes İngilizce biliyor zaten, bu da işin havası..
14.12.2012 Cuma
Bu gün dönüşe geçtik.. Sevgi fotoğraf makinesini plajda unuttu, Allahtan çektiğim fotoğrafların çoğunu bilgisayarıma aktarmıştım, önce Sabah 7.15 de Süleyman bizi aldı, harika bir turizm firması “Madeira Tours”. Zanzibarda kurulular, sahibi Tony, düğün sahibi Jilna’nın babasının arkadaşı, çok güvenilir biri.. Otel – havaalanı bildiğiniz gibi 1 saat 40 dakika sürdü, pırpır ile Dar’a oradan Doha’ya geçtik, Doha’da Al Liwan Suites otelde bir gece kaldık. Otelin adını özellikle yazdım, çok yardımcılar, odaları ev gibi salon salomanje fiyatı da uygun, bizi havaalanına servisleri ile bıraktılar, oradan ver elini Türkiye ve gezimizin sonu..
2012 Temmuz SAMOS (SİSAM) Gezisi
Bu sefer hedefimiz Samos Adası.. Kuşadası'nın hemen karşısında, Anadolu’ya en yakın Yunan adalarından ikincisi.. Dilek yarımadası ile arası 1400 metre kadar.. İlki Kaş’ın karşısındaki Meis olmalı..
Bir gece önceden Kuşadası'na geldik. 4 yıldızlı Atınç Otel’den yer ayırttım.. 4 yıldız, tam deniz kenarında ve iki kişilik oda 60 Euro, ucuz bir fiyat.. Otele yerleşince bir İngiliz turizmcisinin dediklerini hatırladım “Türk Otelleri ile Yunan Konyaklarının 2'şer yıldızı fazla.. Silmek lazım!“ diye, çok doğru..
Bir kere resepsiyondaki adam bizi gördükten sonra “Hay Allah sizi kahretsin, niye geliyorsunuz kardeşim “ bakışı ile bizi karşıladı. Her sorduğumuza olumsuz cevaplar vermek konusunda özel bir eğitim gördüğü kesin..”20'sinde de dönüşte Kuşadası'nda kalacağız“ dedim “Yer yok..!” dedi.(Allahtan yokmuş) Başka bir otelde de asla bulamayacağımızı söyledi, “Odanız henüz hazır değil“ dedi. Neyse öğle yemeğimizi çok hafif (!) olarak atlattık, odaya çıktık, "Deniz gören oda" istedim, bildiği yerden sorulunca sevinerek “Yok“ diye cevapladı, oda da banyo küf kokuyordu, çarşaflar özel renklendirilerek hafif siyahlaştırılmıştı..
Yılların hatırası "Kazım Usta'da" akşam yemeği yedik, arkadaşımız Gülay Kuşadası'ndaydı, onu da davet ettik. Kuşadası Belediyesi, özenle şehre hava gelebilecek koridorları özenle kapatmış.. Muhtemel sivrisinek mücadelesi sonucu şehir kavanoza dönmüş.. Rüzgar esemiyor, dolayısı ile sivrisineğin de girememesi amaçlanmış.. Deniz kenarındaki parklara Mahmutpaşa örneği pazarlar açılmış, her pazarın önünde ayağını sevgi ile kaşıyan vatandaşlar konuşlandırılmış.. Öküz Mehmet Paşa Kervansaray’ı tam ortada sıkışmış kalmış, etrafı iki ayaklı öküzlerle renklendirilmiş.. Cehennem sıcaklığında eriyerek otelimize vardık hafif küf kokan klimalı odamıza girdik..
18 Temmuz 2012
Sabah 9.00, "Kuşadası Ekspres" teknesindeyiz.. Estamos Travel’den yer ayırttık, 2 günlük gezi 4 yıldızlı Samos Otel’de geceleme, gidiş - dönüş feribot fiyatları dahil iki kişi 240 Euro.. Ucuz değil mi?.. Bindiğimiz tekne önceki Sakız Adası gezisine götüren tekneden büyük..
Hareketimizde tam 2 saat sonra Samos‘a geldik.. Samos Oteli, limanın hemen yanında. Resepsiyonda Akis isimli bir genç delikanlı bizi gülümseyerek karşıladı, odamız daha hazır değildi, bizi oyalamak için Adayı bize tanıtmaya başladı.. Dağlarını, şehirlerini, gitmemiz ve görmemiz gereken yerleri anlattı..
Bu ‘Battı’ dediğimiz Yunanistan ‘Çıktı’ denilen Türkiye’ye nezakette, hayatı sevmede, olumlu yaşam sürmede 10 basar..
Hemen Rent a Car’dan bir araba kiraladık.. Hyundai Accent.. Sahibi hiçbir şey sormadan bize arabayı verdi, günlüğü 50 euro, 2 günlük kiramızı verdik, otele yerleştikten sonra arabamıza atlayıp yola çıktık, ilk durağımız Kokkari..
Burası Samos’un ana kenti Vathy’e 10 Km. uzaklıkta harika bir yer.. Sahile paralel bir yol yan yana bir sürü cafe, bistro, restoran, sahil kenarındakilerin önü kumsal ve deniz.. Püfür püfür esiyor.. Orada "Alfa Bar" diye bir yerde oturduk, kulüp sandviç, Greek Salad, Kebap Tabağı, yanında buz gibi Coca Colalar, deniz köpük köpük, iri dalgalar sahile vururken masmavi su kütlesi beyaza dönüyor, deniz ŞAFFFFF diye sahile vuruyor, Kuşadası'nın aksine fırıl fırıl esiyor rüzgar, yediklerimiz midemize indikçe göz kapaklarımız ağırlaşıyor, uykumuz geliyor ve 24 euro hesap ödeyip kalkıyoruz o güzel bardan. Avlakia, Tsabou üzerinden adanın 2. Büyük şehri Karlovossi’ye ulaşıyoruz, saat öğlen 14.30, Vathy’e dönüp dinlenelim istiyoruz ve otelimize geri dönüyoruz..
Akşamüzeri tekrar dışarı çıktık, Samos’ta (Vathy) limanın etrafını dönen ana caddeye paralel dar bir sokak var, ana cadde güneş altında olduğu için bu ona paralel dar sokakta karşılıklı mağazalar, restoranlar var.. Onun bitiminde geniş bir alana geliyorsunuz, Kaş’ın Cumhuriyet meydanı gibi bir alan oluşmuş.. Oradaki cafelerden birinde bir şeyler içip garson kızdan adanın nüfusunun 33.000 olduğunu öğreniyoruz.. Öğle yemeğimizi yediğimiz Kokkori’nin havasını pek beğendiğimiz için gecesini de merak edip arabamıza atlayarak tekrar Kokkori’ye dönüyoruz. Aynı yerde yemek yememek için bu sefer bütün insanların rağbet ettikleri, zor masa bulduğumuz Meltemi Restoran’a oturuyoruz.. Balık, uzo, saganaki, greek salad ve Sevgi'nin her masaya gittiği için merak ettiği çikolata görünümlü, üzeri vişneli tatlı için toplam 44 euro hesap ödeyerek otelimize dönüyoruz.. Kokkori güzel bir yer.. Zaten adada iki yeri beğendik Pyhagorion ve Kokkori.. Bu iki yer gerçekten güzel.. Pythogorion’dan daha sonra bahsedeceğim.. Kokkori’de Meltemi Restoran diğerlerinden farklı.. Garsonları ateş gibi, balıkları taze, hemen herkes burayı tercih etmiş.. Aynı sokakta enteresan et lokantaları da var ama onlar sahil kenarında değiller.. Et kalitesi Türkiye’den yüksek.. Kasapları pırıl pırıl, şortlu, üzeri strapless bluzlu genç bir kız kasapta çalışıyordu.. Yadırganmadan, rahatça yaşamının tadını çıkartarak.. Darısı Türkiye'nin başına diyeceğim ama asla olmayacağını bile bile söylemek içimden gelmiyor..
19 Temmuz 2012 Sabah kalkıp kahvaltımızı ettik, hedef adanın 2. Cazibe merkezi Pythagorion..
Yolda durarak gidiyoruz, tabelası karşımıza çıkan Glicorisa Beach otelinin önüne indik, güzel ve rüzgara kapalı bir plajı var, oradan ver elini Pythagorion.. Güzel bir çarşısı, marinası var, marinanın etrafı birbirinden güzel cafe bistro ve restoranlarla kuşatılmış.. Vathy’den güzel burası.. Küçük ama güzel.. Otoparkına arabanızı koyup öyle geziyorsunuz Pythagorion’u.. Masal’a, annesine, babasına bir şeyler almak istiyoruz.. Kaan ve Meriç’i anıyoruz ve öğle sıcağında adanın etrafında tam tur atmak için ayrılıyoruz oradan.. Yolumuzun üzerine Mytilinii geliyor.. Denizden uzak içinde hiçbir özel görülecek bir şeyi olmayan bir belde.. Dar ana Caddesinde bir cenaze töreni karşımıza çıkıyor.. Papaz en önde, yanında onun çantasını taşıyan biri, hemen arkasında şık bir Mercedes cenaze arabası, onun arkasında cemaat.. Yaşlı kadınlar konuşarak üzüntülü bir şekilde takip ediyorlar cenazeyi.. Ne bir başörtüsü, ne bir zılgıt çekme, ağır vakur adımlarla yürüyor yaşlı yunan kadınlar, erkekler.. Mytilinii den geriye , yol ayrımı olan Chora’ya geri dönüp Pyrgos yolu ile Kumeika’yı buluyoruz.. Yolda askeri yerleşimleri görüyoruz.. Bir Tugay komutanı işaretli jeep geçiyor, tanklar, toplar.. Kime karşı bu güzel adada?.. Bizlere karşı mı?.. Ne kadar gereksiz harcamalar bunlar?.. Saçmalık..
Kumeika’dan batıya doğru Marathokampu ve Kampos’a geliyoruz.. Burada deniz oldukça sakin, dümdüz.. Bir restoranın önünde park ediyoruz, amacımız burada denize girip sıcak havada kendimizi dümdüz denize bırakmak..
Denize girmemle dışarı fırlamam bir oluyor.. Sanırım bu bölgede soğuk su kaynağı falan var, çok soğuk.. Tevekkeli benden başka denize giren biri de yok.. Sevgi benim soğuktan kasılmış halimi görünce anında geri vitese takıp önünde park ettiğimiz restorana giriyor, burada kulüp sandviç, greek salad, coca cola dan oluşan öğle yemeğimizi yiyerek Marathokampos’a çıkıyoruz, burası denizi tepeden gören şirin bir köy.. Buradan ana yola çıkıp Neo Karlovossi, Kokkori yolu ile otelimize geri dönüyoruz..
Akşam yemeğini çok beğendiğimiz Pythagorion’da marinada yemek istiyoruz.. Bir sürü yan yana dizili restoranlardan birini seçmek çok zor.. Hava kararmak üzere, hafif melodiler birbirine karışmıyor, herkes seçtiği restoranda çalan müziği dinliyor, Pythagorion restoranda caciki, patlıcan kebap, gyros, uzo ve greek salad’dan oluşan menüye 33 euro ödüyoruz, ver elini Vathy ve Hotel Samos..
20 Temmuz 2012
Sabah kahvaltımız Samos otelde, nefis torba yoğurdu, sahanda yumurta, peynirler, pancake ve çay.. Oteli 12'de terk etmek zorundayız.. Feribotumuz saat 5 te kalkıyor.. Resepsiyon görevlisi teras katındaki havuzdan faydalanabileceğimizi, o gece otelde düğün töreni olmasa bizi hareket saatine kadar odamızda misafir edebileceklerini nezaketle söylüyor.. Akşam 16.30'da teknemize binip Kuşadası'na geri dönüyoruz..
Sonuç olarak Samos’u sevdik. Bir daha gelirsek sanırım Kokkori veya Pythagorion’da kalırız diye düşünüyorum. Yunan adaları tatil için güzel bir seçenek.. Adaları çok iyi koruyorlar.. Bizdeki gibi insan yığını, beton yığını değil tatil bölgeleri.. Restoranlarda, otellerde gelen hesaplar çok makul. İnsanları mutlu.. Kuşlar bile daha özgür bu adalarda.. Yemek yerken bir serçe gelip sizinle aynı ekmeği paylaşıyor.. Bizdeki kuşlar korku içinde, size 5 metre mesafeden su içemiyorlar.. Ülkemizdeki insanlar da öyle maalesef kalın birer zırh içindeyiz.. Takip mi ediliyoruz?.. Telefonlarımız mı dinleniyor?.. Biri gelip bize kötülük yapacak da yanına kar mı kalacak?.. Ya Adliyeyle işim olursa?.. Gerim gerim oluyoruz,3 gün değil yıllarca kalmalı bu özgür adalarda…
2011 Agustos, Ege Adalari 2 (Kos - Simi)
Eveet, Ege adaları burnumuzun dibinde, ve biz bunca yıldır görmemişiz.. Ama turizm bu kadar gelişmiş ve Türkiye de tatil tercihimizi ülkemizde yapamayacak kadar pahallı değildi..
Bu adalar da bir gün küresel sermayeye yenik düşecekler mutlaka ve bozulacaklar.. Gelecekte Kos’ta Plori’de değil Mc. Donalds’ta yemekler yenecek..Ama bu güzeldüzen bozulana kadar buralarda tatile devam..
29.Ağustos 2011 Pazartesi
Koru Rotary Kulüp Başkanımız Yeşim Belli bu geziyi organize etti. Geziye kulüpten Sevgi ve ben, Yeşim ve oğlu Yaman, Meral ve Oğuz katılmakta, bir de Yeşim’in ANGİAD’dan arkadaşı Gülder ve Eşi Fırat bize eşlik edecekler.
Yeşimlerin teknesinde tam 8 kişiyiz.
Yeşim ve Yamanla Gümüşlük’te bir kır kahvesinde buluştuk. Otlu börekler ve çayla yapılan kahvaltı sonrası Turgut Reis Marina’ya gittik, burada sevgili Meral, Oğuz, Gülder ve Fırat bize katıldılar, yakıt depomuzu doldurduktan sonra süratle yola çıktık.
Teknemiz 10.5 metre uzunluğunda, 2 x 260 HP motoru var, tam 520 HP.. Kos’a gitmemiz tam 15 dakika aldı.
Sahilde giriş işlemlerimiz yapıldıktan sonra Kos’un sıcak sokaklarına dolaşmaya başladık. Kos güzel bir ada. Osmanlı zamanındaki adı İstanköy.. Burada Türklerin oturduğu semt var Platani..
Bayram tatili nedeni ile Kos Türk dolu, yabancı turistte var. Restoranlar adam almıyor. Ismarladığım Yunan döneri Gyros tam 1.5 saat sonra servis edildi. Meralin istediği tavuk çorbası da tam 1.5 saat sonra geldi.
Yemek sonrası Meral, Sevgi ve benim kalacağımız Triton Hotel’e geldik. Güzel bir otel. Odalarımız tam denizin üzerinde. Duş alıp birkaç sayfa kitap okuduktan sonra dalmışım..
Saat 18.00 de gurubumuzun diğerleri ile buluşup yürüdük. 2 saatlik bir çarşı gezisinden sonra sevgili Yaman’ın yer ayırttığı güzel bir restorana geldik. Restoranın sahibesi Fatma hanım çok düzgün Türkçe konuşuyor. “ Biz Osmanlı Türklerindeniz “ dedi. Öğle yemeğindeki yavaş servisin tam tersi bir sunumla bizi şaşırttı. Harika mezeler ve 70 lik bir Barbayanni uzoyla 8 kişiye tam 140 Euro hesap bizlere çok makul geldi.
Türkiye’de her pozisyonda bilhassa restoranlarda ‘düt’lenmeye alışmış bir şeklin dışına çıktığımız için keyifle şehri şöyle bir dolaşıp otelimize döndük. Her ne kadar Gülder sürekli ‘Plaj Partisi’ne katılmamız konusunda ısrar ettiyse de eşi Fırat kısa bir sürede Dimitri isimli bir arkadaş kazandığı için hayli tatmin olmuş vaziyette Triton otelinin bahçesinde biraz sohbet edip otellerimize uyumaya çekildik.
Gülder ve Fırat’ı yeni tanımaya başladık. Gülder ilerleyen günlerde gurubun neşe kaynağı oldu, yeni bir arkadaş edinebildiği zamanlarda da eşi Fırat’ın keyfine diyecek yoktu.
30.Ağustos. 2011 Salı
Sabah 09.00 da kahvaltıya indik, işte Meral her zamanki gülümsemesi ile karşımızda.. Kahvaltı sonrası ufak bir mini tren turundan sonra Yeşim’in yer ayırttığı “ Jonathan Suites & Apartments “ in bulunduğu Tigaki’ye hareket ettik. Taksi ücreti tam 16 euro tuttu.
Yeşim bu oteli internetten bulmuş, seyahat öncesi bir akşam bize geldiğinde fotoğraflarını bana da göstermişti, ama birer posta pulu büyüklüğündeki fotoğraflar hele yakın gözlüğü insanın yanında olmayınca bir şey ifade etmiyor..
İsmi insana New York Fifth Avenue daki bir hoteli anımsatan “ Jonathan Suites & Apartments “ 40 yıl önceki devlet dairesi kampını andırıyor. Oteli gören Meral’in yüzü düştü.. Hele odaları görünce, hele hele otelde kahvaltı dahil hiçbir şeyin olmadığını görünce kaşları yukarı doğru uzadı ve yüzüne büyük bir üzüntü ifadesi oturdu. Otelin tek bayan çalışanı uzun boylu, hafif kambur sarışın ve favorisi olan kadın Meralin yüzünü görünce çok üzüldü. Birinin Merali bir sandalyeye oturtup kolonyayla şakaklarını ovarken öte yandan da tansiyonunu ölçmesi lazım.. O kadar yani..
Otel deniz kenarında ama dediğim gibi 40 yıl önceki Demiryolları kampı seviyesinde ve tezatlarla dolu.. İnsan buradan bir gideyim, bir kalayım duygusuna kapılıyor.. İki katlı bir bina.. Sokağa açılan kapı kontrplak, çerçevesi aluminyum ve kapanmıyor ama bahçesi yemyeşil çim ve palmiyelerle dolu.. Otelde kahvaltı yok, servis yok ama havuzunda güneşlenen harika bir İngiliz kız var.. Neyse Merali o otelde kalmaya razı ettik, Meral benim ne kadar pozitif bir insan olduğumu söylüyor, ben “ Aa.. ne demek?.. Teşekkür ederim..” falan derken yan gözle güneşleyen İngiliz kızı seyretmeye çalışıyorum.. Bir bilse bu pozitifliğin nereden geldiğini..
Jonathan Suites & Apartments De La chambre Resort
Neyse.. Meral’i o otelde kalmaya razı ettik, odasını sevdi, “ Yatmadan yatmaya kullanacağız” dedi, ve etrafı keşfetmek için Tigaki’nin merkezine doğru yürümeye başladık. Esperos isimli bir restoran bulduk, güveçle fırında pişmiş mantarlı, kıymalı spagetti yedik, Mythos bira kola ile üçümüze 36 euro hesap geldi, buranın standartlarına göre pahalı bulduk.
Biz yemek sonrası Kahvelerimizi içerken Yeşim ve gurubun diğer yarısı “ Jonathan Suites & Apartments” de la Chambre oteline ulaşmışlar, Yeşim beni telefonla aradı, düşüp bayılmadan ayakta kalmaya çalışarak otelin ismi, gördüğü fotoğraflar ve karşılaştığı durumu anlattı, üzüntüsünden sesi titreyerek benim fikrimi sordu, ben telefonda havuz kenarında güneşlenen İngiliz kızı tekrar düşünerek onu rahatlattım, “ Bir araya gelelim birlikte karar veririz..” falan diyerek işi yumuşattım.
Ama otel gerçekten temizdi. Odanın geceliği 65 euro civarında ayrıca rezervasyon yapılmış, Yeşim’in kredi kartı güvencesi verilmiş durumda.. Bir de o İng.. Neyse işi zora sokup kısıtlı tatil günlerimizi ‘hörtleşerek’ geçirmenin de bir alemi yoktu.. Bu arada Yeşim’in oğlu Yaman bir yıldır hasretini çektiği 4 tekerlekli motorsikleti (ATV) Kos’tan kiralamış durumda, ATV bir eşekarısı sesi çıkartarak etrafımızda dönmekte..
Akşam yemeğini Plori restoranda yedik.. Bir gece önce tanıştığımız ve çok sevdiğimiz ‘Saganaki’yi hemen ısmarladık. Çok güzel bir peynirin tavada yağda kızartılarak getirilmesi.. Yine bir büyük Barbayanni, Greek Salad, Kalamar tavalar, patlıcan salataları, sardalye ve 8 kişiye 112 euro hesap.
Gerçekten çok kaliteli bir restorandı, makul de bir fiyat..
Ey Türkiye’deki restoran sahipleri uyanın.. Dütlüyorsunuz be bizi??.. Türkiye’de çarp bu hesabı ikiyle.. Gerçekten keyif alarak yaşanılası bir ülke olmaktan çıktık. Bunu çok sık yurt dışına çıkıp mukayese yaparak söylüyorum. Ama maalesef ülkemizi bu kadar kötü yönetenleri cezalandırabilecek kalitede bir halk yaşamıyor Anadoluda.. O zaman çekeceksiniz arkadaşlar, sizin için yapılabilecek bir şey yok.. İyinin ne olduğunu bilemeden yaşamak belki daha kolay ya neyse..
Gurubumuzun yeni üyeleri Gülder ve Fırat çok tatlı insanlar. Gülder akrep burcu, Fırat ise Aslan.. Asla anlaşamayan bir burç karşılaşması.. Ama ikisi de heyecan dolu ve sürekli aksiyon arayışı içindeler. Birlikte Tigaki’den Kos’a gidip bir ATV de onlar kiraladı. Eşekarısı sesi ikiye katlandı. Fıratın ATV’si Yamanınkinin 2 misli büyüklükte. Fırat 20 dakikada bir ‘yeni arkadaş’ bulamayınca omuzları çöküyor..
31 Ağustos 2011, Çarşamba
Bu gün Kos’taki son günümüz..Bir araba kiraladık. Tigaki Express ten Stefanos ne kredi kartı istedi ne de uluslar arası ehliyet.. ‘Pat’ dite verdi arabamızı, Meral, Sevgi ve ben atladık arabaya , ilk durağımız Zia..
Zia dağın eteğinde, Türkiye’ye bakan yamaçta, ana yoldan 7 km. yukarıda bir yer.. Yemyeşil bir yoldan kıvrım kıvrım dağa tırmanılıyor, güzel bir manzara, bir sürü hediyelik eşya satan dükkanlar, park yeri bulmakta zorlandık. Meral bir iki hediyelik eşya seçti, sabah kahvelerimizi içip yola koyulduk, istikamet adanın güneyi Kefalos.. Kahve diyince mutlaka atlamamam lazım.. Kefalos’u unutturmayın tam kaldığım yerden devam edeceğim..
Meral her yemekten sonra ‘az şekerli’ kahve içiyor. Bunlar haklı olarak bizlerin ‘Türk Kahvesi’ dediğimiz şeye ‘ Greek Coffee ‘ diyorlar, menülerinde de öyle yazıyor. Zaten Musakka, cacık, humus, tarator ortak isimlendirdiğimiz yiyecekler, ve hemen her restoranın listesinde var..
Meral bu kahveyi garsona ısmarlarken ısrarla ‘ Türk kahvesi ‘ diye ısmarlıyor. Bu arada bunu gözlerini garsonun gözlerine dikip sağ işaret parmağını adama doğru sallayarak söylüyor..
Bu tarz “ Bana bak sefil yaratık.. Bu kahve ‘Türk kahvesi’nin aynı..
Yutturamazsın.. Adını falan bizden izinsiz değiştirip de sinirimi zıplatmayın.. Dedelerimiz zaten sizin dedelerinizi yıllarca *@*+3.. Tamam mı?.. Delirtmeyin beni..” anlamına geliyor..
Söylemini “ Bunun adı Türk Kahvesi, ona göre” deyip bitirince gençler sallamıyor “ Elesperakasis..” falan gibi bir şeyler söyleyip gidiyorlar ve Meral rahatlıyor.. Bu istemediğimiz bir yanıt bile olabilir ama o rahatlıyor.. Her kahve öncesi aynen bu seramoniyi izliyoruz işte..
Gelelim Kefalos’a.. Kos bir ucundan öteki ucuna 40 km. lik bir ada.. Kos şehri Türkiye’ye bakan bir uçta, Kefalos ise tam tersi istikamette. Bu arada Kos adası büyük bir Go-Kart meydanı gibi..herkesin altında bir ATV veya bir “Böcek” millet zırıl zırıl ortalarda. Burada yapılabilecek en iyi iş ‘Bisiklet Tamirciliği’.. Şayet bir bisiklet tamir dükkanın varsa sanırım alamayacağın kız olmaz burada.. Kefalos sakin, sessiz bir yer. Koyun güneye bakması az dalga almasını sağlıyor.. Durgun ve çok sıcak bir yer..
Şehir bir tepenin üzerinde, oraya çıktık, dışarıdan hayli ilgimizi çeken Ortadoks Mezarlığını ziyaret ettik. Mezarların üzeri evimizdeki eski büfeler gibi.. Mermere açılmış bir kanalın içinde sağa sola kayan vitrin camları var ve bunun içine ölen kişinin gülümserken fotoğrafları, dinen kutsal saydıkları İsa heykeli gibi, haç gibi simgeler yerleştirilmiş, içini plastik çiçeklerle süslemişler, insanı gerçekten etkiliyor.. Mezarları ziyaret ederken ellerinde plastik bidonlarla üzerinize koşuşturan, anında birken üç, üçken beş olan, vefat eden yakınınızla aranızda bir sessizlik içinde kuracağınız iletişimi parçalayan kılıksız, sahipsiz çocuklar da yok. Bizden farklı bir şekilde ölüye bir saygı var, onu hissettim.
Kefalos’ta denizin hemen kenarı restoranlara ayrılmış.. Düzensiz gelişiyor burası. Yol restoranların arkasında. Hiçbir şey göremeden geri döndük, 2 restorana baktık, hoşumuza gitmedi, dönüş yolunda sıra sıra sağlı sollu plajlar var, bir tanesine girdik( Katerina), iki tepenin arasında sıkışmış restoranında yemeğimizi yedik, yemek sonrası dönüş yolunda Kardamena’ya uğradık. Burası adanın lüks otellerinin çoğunlukta olduğu bir yer. Dümdüz sahil şeridi yatırımcıları buraya çekmiş.. Hilton burada.. Yola devam edince Pili’ye, oradan Marmari’ye geldik.. Marmari Kardemena’nın tam tersinde Türkiye’ye bakan sahilde..Burada da çok güzel oteller var, ama bizim tatil köyleri gibi, sonuna kadar açılmış cırıl cırıl bir ses hoparlörden önce Yunanca, arkasından Almanca şakalar yapıyor . Çekilmez bir işkence yani..Bizde de ilk zamanlar tatil köyüne giden arkadaşım Ahmet’in bizzat yaşadığı beni yerlere yatıran bir anekdotu var..
Sarıgerme’de ilk açılan bir tatil köyünde Tavla turnuvası düzenlenmiş, animatör elinde mikrofon avazı çıktığı kadar bağırıyor “ DİKKAT DİKKAT… BİRİNCİ YARIŞMACIMIZ AHMET BEY ŞU ANDA DUBARA ATMIŞTIR… TEKRAR EDİYORUM DU BA RA.. ACHTUNG..! MAYNEN DAMMEN UND HERREN..” yahu ara vermeden yüksek tonda saçma sapan anonslar, hıkkıdı çıkkıdı müzik çekilir bir şey mi bu?..
Daha sonra Tigaki, ve otelimiz Jonathan Suites & Apartments De la Chambre Resort..
Akşam yemeği yine Plori’de yenildi ve ertesi sabah 08.00 de taksilerimiz geldi, bizi teknemiz Fred’in olduğu limana götürdü..
01 Agustos 2011, Perşembe
Sabah saat 09.15’te yola çıktık, saat 11.00 de Simi limanına girdik. Simi çok dik bir yamaca kurulmuş her biri ayrı ayrı manzarayı görecek şekilde özenle sıralanmış evlerden oluşan bir tiyatro sahnesi.. Binalar uçuk pembe, uçuk mavi, mavi beyaz, taş.. Gözü zorlayan gecekondumsu tek bir ev yok.. Öğle yemeğini Simi’de yedikten sonra iki taksi ile Simi’den 4 km. uzaklıktaki Pedi Koyuna gittik. Otelimiz Pedi Beach Hotel, Sağ olsun yerlerimizi yine Yeşim ayırtmış, içeri ilk ben girdim, çok yaşlı bir adam konuşma yapıyor, 20 – 30 çok yaşlı insanlar onu sessizlikle dinliyor.. Üniversite’de amfi’de ders verilirken hayli geç kalıp içeriye giren bir öğrenci durumundayım.. Sanırım dini bir vaaz veriliyor.. Oteldekilerin yaş ortalaması 125 falan.. Sanırım müşterilerin çoğu ölü.. Belli ki senenin belirli bir gününde bunları kısıtlı bir süre için Pedi Beach Hotel’e gönderiyorlar ve bu gün, o gün.. Şansa bak.. Bahçede oturan bir adam var, kalbi çıkarılmış, adam gözlerini bir yere dikmiş öyle duruyor.. Göğüs kafesi dikilmiş, kalbin olduğu yer çukur.. Yeşim, Meral bu tespitlerime gülüyorlar ama asıl gece yarısı saat tam 12 ‘yi vurunca göreceğim onları.. Kendi kendine kapanan dolap kapakları, koridorlarda uçuşan perdeler..
Otel eski ama temiz.. Klima harika çalışıyor, tam önümüz deniz.. Pedi koyu ‘ U ‘ şeklinde, sanırım bir krater ağzı.. Etrafı tamamen porfirik kayalardan oluşmuş ( salladım tabii ) Ay yüzeyi gibi, 1- 2 tane ağaç var,etraf sessiz.. Bu arada bunları yazarken tam yanımda yatan çok yaşlı adamın çenesi düştü.. Bağlasam mı?.. Karısı zaten ben geldiğimden beri elleri iki yanında gözleri kapalı hiç kıpırdamıyordu.. Ama kocasının çenesi ‘Pat’diye düştü.. Bunların aralarında denize girenleri bile var.. Ama hiç kımıldamadan öyle duruyorlar.. Eee, kolay değil tabii senede bir gün kısıtlı bir süre için çıkabiliyorlar.. Pedi’den Simi’ye her yarım saatte bir otobüs var. 1.30 euro adam başı.. Saat 18.30 otobüsüne Meral, Sevgi ve ben yetiştik, otobüs balık istifi ama gideceğimiz yol zaten 4 km.. Simi’de akşam oluyor, gerçekten güzel bir tablo.. Bu arada adada su yok. Kışın yağan yağmur suyunun depolanması ile gideriyorlar su ihtiyaçlarını.. ( Mutlaka takviye de ediyorlardır ) Oteldeki banyo’da küvetin üzerinde ‘Suyu harcamayın, önümüzdeki aralık ayına kadar yağmur yağmayacak’ yazılı.. Simi sokaklarında dolaşırken sevgili kardeşim Ahmet Güder ve Ayşegül’e rastladık.. Çok büyük tesadüf, çok sevindim.. Beraber oturup gülüp eğlenerek güzel bir yemek yedik, bize, Pedi koyunun iki sağ yanındaki Nanou isimli koya gitmemizi özellikle tavsiye ettiler..
02 Eylül 2011, Cuma
Fred’in kaptanı ‘ Hasan kaptan ‘ Pedi koyuna gelip bizi iskeleden aldı ve Lopida Körfezindeki büyük manastırın olduğu koya götürdü, oradan Marathounta koyu ve sonunda Nanou koyuna geldik. Burada etrafı demir parmaklıklarla çevrili bir restoran var, parmaklıklar keçilerin içeri girememesi için yapılmış, keçiler limon dahil ne verirseniz anında yiyorlar. Bu koyda yüzdük, mangalda simsiyah yakılarak özel gayretlerle takır takır kurutulmuş palamut yedik.. Deniz tüfeğimi boşuna getirmişim koyun en sığ yeri 75 metrenin üzerinde.. sahile çıkılan sığ yerde ise herkes yüzüyor.. Yanına demir attığımız teknede erkekler çırılçıplak.. Uzaklaşıp Pedi koyuna, harika klimatize edilmiş odamıza dönüyoruz..
Akşam otelin servisi ile Simi’ye indik, bize “ Biz akşam yemeğini Manos’ta yemeği düşündük..” denildi, bu restoranda atılan ‘Kallavi kazık’ hakkında hayli uyarılmıştık.. Sevgili arkadaşımız Özay daha önce buraya gelmiş, 6 kişi 450 euro hesap ödediklerini söylemiş, “ Aman ha oraya gitmeyin..!”diye uyarmıştı.. Bu kadar uyarıya rağmen oradan yer ayırtılması artık keyfe girer.. Ismarlamadığımız şeyler bütün çabalarımıza rağmen ‘zorla’ masamıza konuldu, ve bize ‘ şu kadar ‘ geçirdiler.. ( avuç ayalarınız birbirine bakacak şekilde aralarına 40 cm.mesafe koyun, bu işlemi yaparken başınızı bir sağa bir sola götürüp üzgün bir yüz ifadesi ile mesafeyi kontrol edin)
03 Eylül 2011, Cumartesi
Bu gün Bodrum’a dönüyoruz.. Sevgili Meral’i Palamut Bükü denilen, Datça yarımadasındaki Aktur’a en yakın noktada bırakacağız..
Meral’in bir bavulu var, 20’lik konteyner’in biraz küçüğü.. Bir varili sıkıştırıp bir dikdörtgen prizma yapın,üzerine de bir kulp yerleştirin, işte o ‘şey’ Meralin bavulu.. Altında tekerlekleri var, görenler alet kaldırımda tıkır tıkır kendi kendine yürüyor zannedip gözlerine inanamıyor.. Halbuki onu arkasından Meral itiyor.. Bavulu Simi’de gören taksi şoförü bu ‘Tanımlanamayan Yabancı Cismi’ arabasına almak istemedi, Sevginin elini iterek “ Gidin, bunu kime taşıtırsanız taşıtın..” dedi.. Sevginin ısrarı ile o ‘dev şey’ bagaja indirildi, burnu havaya kalkan takside şoför yolu görebilmek için boynunu zürafa gibi direksiyon simidinin üzerinden uzattı durdu..
O bavul Palamut Bükü’ne nasıl çıkartılacak bilemiyorum.. Ama indikten sonra teknenin ciddi olarak hafifleteceği kesin..
Eveet, teknemiz Simi’den ayrıldı, biraz sonra sakin koylardan çıkıp suları yara yara, hoplaya zıplaya Palamut Bükü’ne vardık, Sevgili Meral burada indi, Sevgili Bavul da indi, tekneyi karşılayan görevli bavulu görünce bir iki adım geri attı, ama sonra almak zorunda kaldı..
Palamut Bükü’nden sonra Gökova körfezini geçerken Hasan kaptan denizdeki dalga boyu, yüksekliği ile teknenin hız orantısını iyi ayarlayamadı ve iri bir dalga teknemiz Fred’in içine doldu. Yatak odasının üzerindeki kapağı da açık bırakınca olanca su yatak odasına, oturduğumuz koltuklara doldu.. Allahtan üzerimde mayo vardı.. Yolumuzun üzerindeki Kara Ada’da mola verdik, Hasan kaptan asıl mesleği olan aşçılığa girişti, bize bir tencere ‘ Fesleğenli Penne makarna’ yaptı.. Tencerenin üçte birini kendisine ayırıp gerisini 8’e böldü ki bana 22 tane ‘Penne’ düştü.. Deniz pırıl pırıl, denize attığım ekmek parçalarına bir sürü Melanur doluştu.. Ekmeği parçalarlarken suyun üzerindeki oynaşmaları yan teknedeki Fransız kızlara oyun oldu, Onlar da balıklarla oynaşmak isteyince sanki kızlar benim denize attığım ekmeklere geliyorlarmış gibi göründü.. Bu da aramızda bir espri konusu oldu, “ Yahu Türk kızları eve, arabaya gelir, şu Fransız kızlarına bak, bir dilim ekmeğe razı..” diye..
2011 Ağustos, Kos - Sakiz Adasi Gezisi
Türkiye'ye çok yakın Yunan adalarını hayli merak ediyorum. Rodos, Girit, Mykonos, Kos ve Santorini’yi birkaç kere gördük. Şimdi hedefim Midilli, Sakız, Simi , Samos daha sonra onların arkasındaki adalar Leros, Patmos ve diğerleri..
Sakız adası için kısmet bugüneymiş.. Çeşme’de 2 gece Pasifik otelde kaldık. Türkiye’de tatil tam bir soygun fırsatı. Oteller, restoranlar ateş pahası, bir de o müzik.. Tanrım o müzik..! Tarkan ve Serdar Ortaç cıstak cıstak.. “Yar o şelale saçlara zırta pırta kaşlara, sürsem o dudaklara zart zart zart zart..” İnanılır gibi değil. Kesilmeden, durmadan, nefes almadan, İnsan resmen deliriyor, farkında değil.. Sakızda tam istediğim müziği buldum cırcır böceklerinin sıcakta çıkarttıkları o ses.. Dalga sesi ve bir tek o ses .. Çocukluğumun sesi.. Bakir koylar, sizden başka kimse yok.. 40 sene öncesinin Didim’i sanki.. Enfesti..
Çeşme’den Sakız’a tam 3 feribot kalkıyor. Ege Birlik, Ertürk ve Yunanlıların işlettiği St. Nicolas .
Gidiş dönüş 20 – 25 Euro arasında, Türklerden Yunan vizesi isteniyor. 15 Ağustos Pazartesi günü akşam ( Pazartesi günleri sabah sefer yok ) Sakız adasına yola çıkmak üzereyiz. Gemimiz çeşme – Sakız seferi yapan tek Yunan gemisi St. Nicolas. Bize bilet satıp adadaki bütün organizasyonları başarı ile yapan Atlas Turizm A.Ş’nin patronu Bahadır Çimen “ Bu hattın en deneyimli ve hızlı gemisi” diye ‘Balıkçı Motoru’ irisi tekneyi bize önerdi.
Sevgi motoru görünce içine batacağından kesin emin bir tavırla bindi.. Gözlerinde ‘ Vedalaşan’ bir hava var. Ama alt tarafı 45 dakikalık bir yolculuk ve bir ‘ilk’ olduğu için tedirgin.
Teknenin arka kısmında 6 tane tahta bank var. 90 derece birbirine dik olarak çakılmış ve kırmızıya boyalı. Çeşitli kıç genişliklerine göre özenle dizayn edilmiş. Dar olanlara dar kıçlı gençler ve çocuklar oturuyor. Bizim kıçımızın oraya sığması imkansız. Çok özensiz bir uluslar arası yolculuğa çıkmak üzereyiz.
Sevgi tam karşımızda oturan 4 çocuğa kızdı.. Tarkan falan da söylemiyorlardı ama birden “ Şşşştt.. Kafa bu kafa..” dedi, bu arada eliyle kafasını gösterse çocuklar bari Türkçe karşılığını öğrenir.
Bu arada küçücük motora 3 otomobil yüklediler. Nasıl sığdı bunlar anlamak mümkün değil.
Bu 3 çocuk gerçekten korkunç.. Çok sevimli olmalarına rağmen tahammül etmek için Peygamber sabrı gerek . Teknedeki herkes onlara gülümseyerek bakıyor. Sevgi pek işkence taraflısı değildir ama gözlerinde o tür bir kararlılığı okumak mümkün. Önümüzden geçen çocuklardan bir Sevginin ayağını ezdi. Çok sinirliyiz.. Neyse ki motor hareket etti.
Tam 45 dakikada Sakız adasına vardık. Motorumuz Gümrüklü sahaya yanaştı, bütün Yunanlılar ellerindeki plastik kaplı kimliği gösterip kontrol edilmeden giriyorlar. Sıra bize gelince o hız birden kesildi, tek tek bilgisayara girildi ve sıra kilitlenerek durdu.. Arkamdakilerde hiç sıkılma, sinirlenme emaresi yok. Herkes sabırla, gülerek bekledi, kontrollar tamam, dışarı çıktık..
Geminin yanaştığı liman bir ‘U’ şeklinde, biz ‘U’ nun bir ucundayız, otelimiz Chios Chandris adanın en yıldızlı oteli tam diğer ucunda. Tavernaların önünden yürüye yürüye tam 20 dakikada otelimize vardık. Çok güzel, geniş odaları olan bir otel. Duşumuzu alıp yemek için çıktık, ve DELFINYA restoranda Yannis bizi karşıladı, Uzo ve Greek Salat ile Sakız adasının ilk yemeğini yedik. Yannis uyanık, müşterileri genellikle Türk, adını her nasılsa Çeşme limanında çıkışta ücretsiz dağıtılan bir Rehber’e yazdırmış. Menüsünde olup ta restoranında olmayan şeyleri “ Bu gün annem zeytinyağlı dolma yapmadı..” falan gibi savuşturuyor. Servis yapan iri kadın eşi olmalı, bir seferde tek elle tepsisinde 4 bira 3 büyük su şişesi, 6 bardak, 3- 4 tabak yemek falan rahatlıkla gülümseyerek taşıyabiliyor. Yannisin kendisi tam tersi sıska gözleriyle sürekli cin gibi masaları izliyor..
Yemekten sonra otelimize döndük, sabah 8.00 de kalkıp kahvaltıya ve Rent a car servisi sahibi Manolis’i aradık, daha önce ayırttığımız arabamızı getirdi, günlüğü 55 Euro + yakıtı size ait.
Manolis beyaz bir Citroen C3 ile geldi, arabamızı teslim aldık, ve yola koyulduk. Şehrin çıkışı, havaalanı derken daracık, yemyeşil ,tertemiz yol bizi ilk durağımız Armolia’ya getirdi. Armolia seramik üretimi yapılan bir köy. Kızımız Işıl seramikle ilgili olduğu için hemen burada durduk ve yapılanları inceledik, bir de balık şeklinde mumluk satın aldık. Fotoğraflar çektik..
Daha sonra Pirgi, oradan da Mesta ya geldik. Mesta limanında sabah kahvesi içildi ve sessizlikte deniz dalga sesleri, cırcır böcekleri orkestrası dinlendi. Mesta Limanından geri dönüp Kato Fana koyuna toprak bir yolla indik. İki tane karavan orada park etmişler, sahipleri bir botla uzaklaşıyorlardı. Denize girdik, çocukluğumu, Didim’in o sessiz bakir günlerini tekrar yaşadım adeta..
Oradan Olimpi ye , öğle yemeği için de Lithi’ye gittik. Öğle yemeğinde saf zeytinyağında kızarmış küçük balıklar, Greek salat, ve Mithos bira içtik. Sevginin çok arzu ederek yemek istediği “Mangalda kahverengimsi ahtapot” görünüm itibarı ile hiç hoş değildi.. Sanki Bigi bir kabahat yapmış, birisi tabağa yerleştirip “ Gördünüz mü bak sizin köpek halıma ne yapmış” diye önümüze koymuş gibiydi.
Lithi’den Anavatos’a geçtik. Çeşme limanında dağıtılan rehberde aynen şu ibare vardı “ Sakızın mutlaka görülmesi gereken yerlerinin başında yer almaktadır” Adadaki Türk hakimiyeti döneminde isyan eden Yunanlıların teslim olmamak için sığındıkları ve sıkıştıklarında kendilerini uçurumdan aşağı attıkları bir köy.. Ben böyle bir yer görmedim.. İnanın görmedim.. Yüzlerce basamak çıkıp, nefes nefese kalıp hiçbir şey görmez mi insan?.. O tonozlar uyduruk limon kasaları ile desteklenmiş, her an üzerinize yıkılabilir. Tepeye kadar çıkıp akciğerim dişlerimin arasında aşağı geri indim. Sevgi “ Nasıldı?..” diye sordu ancak “ Khhhhh..” diye cevap verebildim, anladı..
Anavatos’tan doğru merkeze, yani Sakız’a geri döndük, oradan kuzeye doğru yöneldik Pantouklos limanına inip birer kahve içtik, oradan meşhur Langada köyüne gittik. Sakız’da kalan Türklerin çoğu bu limanı biliyor ve akşam yemeğine buraya gidiyorlar. Gazetede okudum, burada Passas’ın yeri meşhur, “ Deli gibi yiyor, içiyor ve 20 euro hesap ödüyorsunuz” diye yazmış gazete.. Bir daha gidersem bir akşam yemeğini buraya ayıracağım..( Bu arada Sakız- Lagada taksi 25 euro civarında tutuyormuş)
Mini turumuz bitti, otelimize dönüp Manolis’i aradım, gelip arabasını teslim aldı, akşam yemeğini tekrar Delfinya’da yedik. Tavuk şiş, Antrikot, Greek salat, Soda, kahve, uzo tam 34 Euro ödedik . Fazla sayılmaz..
Ertesi sabah 08.30 da motorumuz hareket etti, Türkiye’ye döndük.. “ Ben o şelale saçlara, Ay o hilal kaşlara, sürsem o dudaklara..öp öpöpöpöppp, hıng hıng castıkı cas cas..” tekrar başladı o kabus.. Tatilin gürültü çekmek olduğunu kim söyledi ki?.. O 5 yıldızlı otellerin havuz başları tam bir felaket.. Dinlenmek için geldiğiniz otellerde o gürültüden o cıstak müzikten farkında olmadan ne kadar yorulduğunuzu anlatamam size.. Bir şey almaya şezlongunuzdan kalktığınızda animatör pezevenk “hört” diye belinizden sizi havuza iter, bir gürültü bombardımanıdır ki akıp gider, o yüzden artık o tip tesislere gitmiyorum. Hedefim hep sakin bakir koylar olacak.. Bekleyin bizi Yunan adaları sizi tek tek keşfedeceğiz..
Sakız adası için kısmet bugüneymiş.. Çeşme’de 2 gece Pasifik otelde kaldık. Türkiye’de tatil tam bir soygun fırsatı. Oteller, restoranlar ateş pahası, bir de o müzik.. Tanrım o müzik..! Tarkan ve Serdar Ortaç cıstak cıstak.. “Yar o şelale saçlara zırta pırta kaşlara, sürsem o dudaklara zart zart zart zart..” İnanılır gibi değil. Kesilmeden, durmadan, nefes almadan, İnsan resmen deliriyor, farkında değil.. Sakızda tam istediğim müziği buldum cırcır böceklerinin sıcakta çıkarttıkları o ses.. Dalga sesi ve bir tek o ses .. Çocukluğumun sesi.. Bakir koylar, sizden başka kimse yok.. 40 sene öncesinin Didim’i sanki.. Enfesti..
Çeşme’den Sakız’a tam 3 feribot kalkıyor. Ege Birlik, Ertürk ve Yunanlıların işlettiği St. Nicolas .
Gidiş dönüş 20 – 25 Euro arasında, Türklerden Yunan vizesi isteniyor. 15 Ağustos Pazartesi günü akşam ( Pazartesi günleri sabah sefer yok ) Sakız adasına yola çıkmak üzereyiz. Gemimiz çeşme – Sakız seferi yapan tek Yunan gemisi St. Nicolas. Bize bilet satıp adadaki bütün organizasyonları başarı ile yapan Atlas Turizm A.Ş’nin patronu Bahadır Çimen “ Bu hattın en deneyimli ve hızlı gemisi” diye ‘Balıkçı Motoru’ irisi tekneyi bize önerdi.
Sevgi motoru görünce içine batacağından kesin emin bir tavırla bindi.. Gözlerinde ‘ Vedalaşan’ bir hava var. Ama alt tarafı 45 dakikalık bir yolculuk ve bir ‘ilk’ olduğu için tedirgin.
Teknenin arka kısmında 6 tane tahta bank var. 90 derece birbirine dik olarak çakılmış ve kırmızıya boyalı. Çeşitli kıç genişliklerine göre özenle dizayn edilmiş. Dar olanlara dar kıçlı gençler ve çocuklar oturuyor. Bizim kıçımızın oraya sığması imkansız. Çok özensiz bir uluslar arası yolculuğa çıkmak üzereyiz.
Sevgi tam karşımızda oturan 4 çocuğa kızdı.. Tarkan falan da söylemiyorlardı ama birden “ Şşşştt.. Kafa bu kafa..” dedi, bu arada eliyle kafasını gösterse çocuklar bari Türkçe karşılığını öğrenir.
Bu arada küçücük motora 3 otomobil yüklediler. Nasıl sığdı bunlar anlamak mümkün değil.
Bu 3 çocuk gerçekten korkunç.. Çok sevimli olmalarına rağmen tahammül etmek için Peygamber sabrı gerek . Teknedeki herkes onlara gülümseyerek bakıyor. Sevgi pek işkence taraflısı değildir ama gözlerinde o tür bir kararlılığı okumak mümkün. Önümüzden geçen çocuklardan bir Sevginin ayağını ezdi. Çok sinirliyiz.. Neyse ki motor hareket etti.
Tam 45 dakikada Sakız adasına vardık. Motorumuz Gümrüklü sahaya yanaştı, bütün Yunanlılar ellerindeki plastik kaplı kimliği gösterip kontrol edilmeden giriyorlar. Sıra bize gelince o hız birden kesildi, tek tek bilgisayara girildi ve sıra kilitlenerek durdu.. Arkamdakilerde hiç sıkılma, sinirlenme emaresi yok. Herkes sabırla, gülerek bekledi, kontrollar tamam, dışarı çıktık..
Geminin yanaştığı liman bir ‘U’ şeklinde, biz ‘U’ nun bir ucundayız, otelimiz Chios Chandris adanın en yıldızlı oteli tam diğer ucunda. Tavernaların önünden yürüye yürüye tam 20 dakikada otelimize vardık. Çok güzel, geniş odaları olan bir otel. Duşumuzu alıp yemek için çıktık, ve DELFINYA restoranda Yannis bizi karşıladı, Uzo ve Greek Salat ile Sakız adasının ilk yemeğini yedik. Yannis uyanık, müşterileri genellikle Türk, adını her nasılsa Çeşme limanında çıkışta ücretsiz dağıtılan bir Rehber’e yazdırmış. Menüsünde olup ta restoranında olmayan şeyleri “ Bu gün annem zeytinyağlı dolma yapmadı..” falan gibi savuşturuyor. Servis yapan iri kadın eşi olmalı, bir seferde tek elle tepsisinde 4 bira 3 büyük su şişesi, 6 bardak, 3- 4 tabak yemek falan rahatlıkla gülümseyerek taşıyabiliyor. Yannisin kendisi tam tersi sıska gözleriyle sürekli cin gibi masaları izliyor..
Yemekten sonra otelimize döndük, sabah 8.00 de kalkıp kahvaltıya ve Rent a car servisi sahibi Manolis’i aradık, daha önce ayırttığımız arabamızı getirdi, günlüğü 55 Euro + yakıtı size ait.
Manolis beyaz bir Citroen C3 ile geldi, arabamızı teslim aldık, ve yola koyulduk. Şehrin çıkışı, havaalanı derken daracık, yemyeşil ,tertemiz yol bizi ilk durağımız Armolia’ya getirdi. Armolia seramik üretimi yapılan bir köy. Kızımız Işıl seramikle ilgili olduğu için hemen burada durduk ve yapılanları inceledik, bir de balık şeklinde mumluk satın aldık. Fotoğraflar çektik..
Daha sonra Pirgi, oradan da Mesta ya geldik. Mesta limanında sabah kahvesi içildi ve sessizlikte deniz dalga sesleri, cırcır böcekleri orkestrası dinlendi. Mesta Limanından geri dönüp Kato Fana koyuna toprak bir yolla indik. İki tane karavan orada park etmişler, sahipleri bir botla uzaklaşıyorlardı. Denize girdik, çocukluğumu, Didim’in o sessiz bakir günlerini tekrar yaşadım adeta..
Oradan Olimpi ye , öğle yemeği için de Lithi’ye gittik. Öğle yemeğinde saf zeytinyağında kızarmış küçük balıklar, Greek salat, ve Mithos bira içtik. Sevginin çok arzu ederek yemek istediği “Mangalda kahverengimsi ahtapot” görünüm itibarı ile hiç hoş değildi.. Sanki Bigi bir kabahat yapmış, birisi tabağa yerleştirip “ Gördünüz mü bak sizin köpek halıma ne yapmış” diye önümüze koymuş gibiydi.
Lithi’den Anavatos’a geçtik. Çeşme limanında dağıtılan rehberde aynen şu ibare vardı “ Sakızın mutlaka görülmesi gereken yerlerinin başında yer almaktadır” Adadaki Türk hakimiyeti döneminde isyan eden Yunanlıların teslim olmamak için sığındıkları ve sıkıştıklarında kendilerini uçurumdan aşağı attıkları bir köy.. Ben böyle bir yer görmedim.. İnanın görmedim.. Yüzlerce basamak çıkıp, nefes nefese kalıp hiçbir şey görmez mi insan?.. O tonozlar uyduruk limon kasaları ile desteklenmiş, her an üzerinize yıkılabilir. Tepeye kadar çıkıp akciğerim dişlerimin arasında aşağı geri indim. Sevgi “ Nasıldı?..” diye sordu ancak “ Khhhhh..” diye cevap verebildim, anladı..
Anavatos’tan doğru merkeze, yani Sakız’a geri döndük, oradan kuzeye doğru yöneldik Pantouklos limanına inip birer kahve içtik, oradan meşhur Langada köyüne gittik. Sakız’da kalan Türklerin çoğu bu limanı biliyor ve akşam yemeğine buraya gidiyorlar. Gazetede okudum, burada Passas’ın yeri meşhur, “ Deli gibi yiyor, içiyor ve 20 euro hesap ödüyorsunuz” diye yazmış gazete.. Bir daha gidersem bir akşam yemeğini buraya ayıracağım..( Bu arada Sakız- Lagada taksi 25 euro civarında tutuyormuş)
Mini turumuz bitti, otelimize dönüp Manolis’i aradım, gelip arabasını teslim aldı, akşam yemeğini tekrar Delfinya’da yedik. Tavuk şiş, Antrikot, Greek salat, Soda, kahve, uzo tam 34 Euro ödedik . Fazla sayılmaz..
Ertesi sabah 08.30 da motorumuz hareket etti, Türkiye’ye döndük.. “ Ben o şelale saçlara, Ay o hilal kaşlara, sürsem o dudaklara..öp öpöpöpöppp, hıng hıng castıkı cas cas..” tekrar başladı o kabus.. Tatilin gürültü çekmek olduğunu kim söyledi ki?.. O 5 yıldızlı otellerin havuz başları tam bir felaket.. Dinlenmek için geldiğiniz otellerde o gürültüden o cıstak müzikten farkında olmadan ne kadar yorulduğunuzu anlatamam size.. Bir şey almaya şezlongunuzdan kalktığınızda animatör pezevenk “hört” diye belinizden sizi havuza iter, bir gürültü bombardımanıdır ki akıp gider, o yüzden artık o tip tesislere gitmiyorum. Hedefim hep sakin bakir koylar olacak.. Bekleyin bizi Yunan adaları sizi tek tek keşfedeceğiz..
Supermarketteki Gicik Kadin!
Gecen gün süpermarkete gidip fabrikadaki köpekler için resmen 2 çimento torbası büyüklüğünde kopek maması aldım, ödeme yapmak için kasa kuyruğuna girdim, orta yaşli şişman bir kadın beni omzuyla ite ite önüme geçti, yaptiği saygısızlık yetmiyormuş gibi dönüp pis pis de yüzüme baktı.. Hayli sinirlendim, kendimi kontrol etmeye çalisirken birden döndü
” Kopeğiniz mi var?..” diye sordu..
Yok hayatim Fil’im var.. Tövbe tövbe zaten gıcığim kendisine ama hırsımı alabilmek için onunla dalga gecmeyi planladim..
” Kopegim yok..” dedim, ” Tekrar ‘Purina’ diyetine giriyorum da, bir onceki diyete hastanede yatmak zorunda kalarak ara vermistim, ama iyi tarafi insan 1 haftada 7 kilo verebiliyor..”
Konu ‘Diyet’ olunca bizimki iyice kulak kabartti, onu en zayif noktasindan yakaladigimi o an anladim, ve ayni konuya heyecanla devam ettim..
” Mukemmel bir diyet, yapacaginiz tek is cebinizi kopek mamasi tabletleriyle doldurup aclik hissettiginizde agziniza 1 – 2 draje atmak.. Son derece komple bir gida, saclariniz da dokulmemeye basliyor..”
Bu arada kasa kuyrugundakiler kulak kabartip benim kadinla dalga gectigimi anladilar ve hafiften kikirdamaya basladilar..
Kadin son derece ciddi, gozluklerini duzeltip iki elini yumruk yapip beline dayayarak ” Pekii, niye ara verdiniz diyete?.. Metabolizmaniz mi bozuldu?.. Zehirlendiniz de mi hastaneye dustunuz?..” diye makineli tufek gibi sormaya basladi,
” Yok..yok..” dedim, ” Karsidan karsiya gecerken birden durup sag ayagiimin topugunu enseme dayayip kicimi yalarken araba carpti..!”
Siradakiler resmen dagildilar, tam arkamdaki adam inanin gulmekten kalp krizi geciriyordu..
” Kopeğiniz mi var?..” diye sordu..
Yok hayatim Fil’im var.. Tövbe tövbe zaten gıcığim kendisine ama hırsımı alabilmek için onunla dalga gecmeyi planladim..
” Kopegim yok..” dedim, ” Tekrar ‘Purina’ diyetine giriyorum da, bir onceki diyete hastanede yatmak zorunda kalarak ara vermistim, ama iyi tarafi insan 1 haftada 7 kilo verebiliyor..”
Konu ‘Diyet’ olunca bizimki iyice kulak kabartti, onu en zayif noktasindan yakaladigimi o an anladim, ve ayni konuya heyecanla devam ettim..
” Mukemmel bir diyet, yapacaginiz tek is cebinizi kopek mamasi tabletleriyle doldurup aclik hissettiginizde agziniza 1 – 2 draje atmak.. Son derece komple bir gida, saclariniz da dokulmemeye basliyor..”
Bu arada kasa kuyrugundakiler kulak kabartip benim kadinla dalga gectigimi anladilar ve hafiften kikirdamaya basladilar..
Kadin son derece ciddi, gozluklerini duzeltip iki elini yumruk yapip beline dayayarak ” Pekii, niye ara verdiniz diyete?.. Metabolizmaniz mi bozuldu?.. Zehirlendiniz de mi hastaneye dustunuz?..” diye makineli tufek gibi sormaya basladi,
” Yok..yok..” dedim, ” Karsidan karsiya gecerken birden durup sag ayagiimin topugunu enseme dayayip kicimi yalarken araba carpti..!”
Siradakiler resmen dagildilar, tam arkamdaki adam inanin gulmekten kalp krizi geciriyordu..
Subscribe to:
Posts (Atom)