Monday, 31 December 2012

2011 Agustos, Ege Adalari 2 (Kos - Simi)


Eveet, Ege adaları burnumuzun dibinde, ve biz bunca yıldır görmemişiz.. Ama turizm bu kadar gelişmiş ve Türkiye de tatil tercihimizi ülkemizde yapamayacak kadar pahallı değildi..

Bu adalar da bir gün küresel sermayeye yenik düşecekler mutlaka ve bozulacaklar.. Gelecekte Kos’ta Plori’de değil Mc. Donalds’ta yemekler yenecek..Ama bu güzeldüzen bozulana kadar buralarda tatile devam..



29.Ağustos 2011 Pazartesi

Koru Rotary Kulüp Başkanımız Yeşim Belli bu geziyi organize etti. Geziye kulüpten Sevgi ve ben, Yeşim ve oğlu Yaman, Meral ve Oğuz katılmakta, bir de Yeşim’in ANGİAD’dan arkadaşı Gülder ve Eşi Fırat bize eşlik edecekler.

Yeşimlerin teknesinde tam 8 kişiyiz.

Yeşim ve Yamanla Gümüşlük’te bir kır kahvesinde buluştuk. Otlu börekler ve çayla yapılan kahvaltı sonrası Turgut Reis Marina’ya gittik, burada sevgili Meral, Oğuz, Gülder ve Fırat bize katıldılar, yakıt depomuzu doldurduktan sonra süratle yola çıktık.

Teknemiz 10.5 metre uzunluğunda, 2 x 260 HP motoru var, tam 520 HP.. Kos’a gitmemiz tam 15 dakika aldı.

Sahilde giriş işlemlerimiz yapıldıktan sonra Kos’un sıcak sokaklarına dolaşmaya başladık. Kos güzel bir ada. Osmanlı zamanındaki adı İstanköy.. Burada Türklerin oturduğu semt var Platani..

Bayram tatili nedeni ile Kos Türk dolu, yabancı turistte var. Restoranlar adam almıyor. Ismarladığım Yunan döneri Gyros tam 1.5 saat sonra servis edildi. Meralin istediği tavuk çorbası da tam 1.5 saat sonra geldi.

Yemek sonrası Meral, Sevgi ve benim kalacağımız Triton Hotel’e geldik. Güzel bir otel. Odalarımız tam denizin üzerinde. Duş alıp birkaç sayfa kitap okuduktan sonra dalmışım..


Saat 18.00 de gurubumuzun diğerleri ile buluşup yürüdük. 2 saatlik bir çarşı gezisinden sonra sevgili Yaman’ın yer ayırttığı güzel bir restorana geldik. Restoranın sahibesi Fatma hanım çok düzgün Türkçe konuşuyor. “ Biz Osmanlı Türklerindeniz “ dedi. Öğle yemeğindeki yavaş servisin tam tersi bir sunumla bizi şaşırttı. Harika mezeler ve 70 lik bir Barbayanni uzoyla 8 kişiye tam 140 Euro hesap bizlere çok makul geldi.

Türkiye’de her pozisyonda bilhassa restoranlarda ‘düt’lenmeye alışmış bir şeklin dışına çıktığımız için keyifle şehri şöyle bir dolaşıp otelimize döndük. Her ne kadar Gülder sürekli ‘Plaj Partisi’ne katılmamız konusunda ısrar ettiyse de eşi Fırat kısa bir sürede Dimitri isimli bir arkadaş kazandığı için hayli tatmin olmuş vaziyette Triton otelinin bahçesinde biraz sohbet edip otellerimize uyumaya çekildik.

Gülder ve Fırat’ı yeni tanımaya başladık. Gülder ilerleyen günlerde gurubun neşe kaynağı oldu, yeni bir arkadaş edinebildiği zamanlarda da eşi Fırat’ın keyfine diyecek yoktu.


30.Ağustos. 2011 Salı

Sabah 09.00 da kahvaltıya indik, işte Meral her zamanki gülümsemesi ile karşımızda.. Kahvaltı sonrası ufak bir mini tren turundan sonra Yeşim’in yer ayırttığı “ Jonathan Suites & Apartments “ in bulunduğu Tigaki’ye hareket ettik. Taksi ücreti tam 16 euro tuttu.

Yeşim bu oteli internetten bulmuş, seyahat öncesi bir akşam bize geldiğinde fotoğraflarını bana da göstermişti, ama birer posta pulu büyüklüğündeki fotoğraflar hele yakın gözlüğü insanın yanında olmayınca bir şey ifade etmiyor..

İsmi insana New York Fifth Avenue daki bir hoteli anımsatan “ Jonathan Suites & Apartments “ 40 yıl önceki devlet dairesi kampını andırıyor. Oteli gören Meral’in yüzü düştü.. Hele odaları görünce, hele hele otelde kahvaltı dahil hiçbir şeyin olmadığını görünce kaşları yukarı doğru uzadı ve yüzüne büyük bir üzüntü ifadesi oturdu. Otelin tek bayan çalışanı uzun boylu, hafif kambur sarışın ve favorisi olan kadın Meralin yüzünü görünce çok üzüldü. Birinin Merali bir sandalyeye oturtup kolonyayla şakaklarını ovarken öte yandan da tansiyonunu ölçmesi lazım.. O kadar yani..

Otel deniz kenarında ama dediğim gibi 40 yıl önceki Demiryolları kampı seviyesinde ve tezatlarla dolu.. İnsan buradan bir gideyim, bir kalayım duygusuna kapılıyor.. İki katlı bir bina.. Sokağa açılan kapı kontrplak, çerçevesi aluminyum ve kapanmıyor ama bahçesi yemyeşil çim ve palmiyelerle dolu.. Otelde kahvaltı yok, servis yok ama havuzunda güneşlenen harika bir İngiliz kız var.. Neyse Merali o otelde kalmaya razı ettik, Meral benim ne kadar pozitif bir insan olduğumu söylüyor, ben “ Aa.. ne demek?.. Teşekkür ederim..” falan derken yan gözle güneşleyen İngiliz kızı seyretmeye çalışıyorum.. Bir bilse bu pozitifliğin nereden geldiğini..


Jonathan Suites & Apartments De La chambre Resort

Neyse.. Meral’i o otelde kalmaya razı ettik, odasını sevdi, “ Yatmadan yatmaya kullanacağız” dedi, ve etrafı keşfetmek için Tigaki’nin merkezine doğru yürümeye başladık. Esperos isimli bir restoran bulduk, güveçle fırında pişmiş mantarlı, kıymalı spagetti yedik, Mythos bira kola ile üçümüze 36 euro hesap geldi, buranın standartlarına göre pahalı bulduk.

Biz yemek sonrası Kahvelerimizi içerken Yeşim ve gurubun diğer yarısı “ Jonathan Suites & Apartments” de la Chambre oteline ulaşmışlar, Yeşim beni telefonla aradı, düşüp bayılmadan ayakta kalmaya çalışarak otelin ismi, gördüğü fotoğraflar ve karşılaştığı durumu anlattı, üzüntüsünden sesi titreyerek benim fikrimi sordu, ben telefonda havuz kenarında güneşlenen İngiliz kızı tekrar düşünerek onu rahatlattım, “ Bir araya gelelim birlikte karar veririz..” falan diyerek işi yumuşattım.

Ama otel gerçekten temizdi. Odanın geceliği 65 euro civarında ayrıca rezervasyon yapılmış, Yeşim’in kredi kartı güvencesi verilmiş durumda.. Bir de o İng.. Neyse işi zora sokup kısıtlı tatil günlerimizi ‘hörtleşerek’ geçirmenin de bir alemi yoktu.. Bu arada Yeşim’in oğlu Yaman bir yıldır hasretini çektiği 4 tekerlekli motorsikleti (ATV) Kos’tan kiralamış durumda, ATV bir eşekarısı sesi çıkartarak etrafımızda dönmekte..


Akşam yemeğini Plori restoranda yedik.. Bir gece önce tanıştığımız ve çok sevdiğimiz ‘Saganaki’yi hemen ısmarladık. Çok güzel bir peynirin tavada yağda kızartılarak getirilmesi.. Yine bir büyük Barbayanni, Greek Salad, Kalamar tavalar, patlıcan salataları, sardalye ve 8 kişiye 112 euro hesap.

Gerçekten çok kaliteli bir restorandı, makul de bir fiyat..

Ey Türkiye’deki restoran sahipleri uyanın.. Dütlüyorsunuz be bizi??.. Türkiye’de çarp bu hesabı ikiyle.. Gerçekten keyif alarak yaşanılası bir ülke olmaktan çıktık. Bunu çok sık yurt dışına çıkıp mukayese yaparak söylüyorum. Ama maalesef ülkemizi bu kadar kötü yönetenleri cezalandırabilecek kalitede bir halk yaşamıyor Anadoluda.. O zaman çekeceksiniz arkadaşlar, sizin için yapılabilecek bir şey yok.. İyinin ne olduğunu bilemeden yaşamak belki daha kolay ya neyse..

Gurubumuzun yeni üyeleri Gülder ve Fırat çok tatlı insanlar. Gülder akrep burcu, Fırat ise Aslan.. Asla anlaşamayan bir burç karşılaşması.. Ama ikisi de heyecan dolu ve sürekli aksiyon arayışı içindeler. Birlikte Tigaki’den Kos’a gidip bir ATV de onlar kiraladı. Eşekarısı sesi ikiye katlandı. Fıratın ATV’si Yamanınkinin 2 misli büyüklükte. Fırat 20 dakikada bir ‘yeni arkadaş’ bulamayınca omuzları çöküyor..


31 Ağustos 2011, Çarşamba

Bu gün Kos’taki son günümüz..Bir araba kiraladık. Tigaki Express ten Stefanos ne kredi kartı istedi ne de uluslar arası ehliyet.. ‘Pat’ dite verdi arabamızı, Meral, Sevgi ve ben atladık arabaya , ilk durağımız Zia..


Zia ve Kos


Zia dağın eteğinde, Türkiye’ye bakan yamaçta, ana yoldan 7 km. yukarıda bir yer.. Yemyeşil bir yoldan kıvrım kıvrım dağa tırmanılıyor, güzel bir manzara, bir sürü hediyelik eşya satan dükkanlar, park yeri bulmakta zorlandık. Meral bir iki hediyelik eşya seçti, sabah kahvelerimizi içip yola koyulduk, istikamet adanın güneyi Kefalos.. Kahve diyince mutlaka atlamamam lazım.. Kefalos’u unutturmayın tam kaldığım yerden devam edeceğim..

Meral her yemekten sonra ‘az şekerli’ kahve içiyor. Bunlar haklı olarak bizlerin ‘Türk Kahvesi’ dediğimiz şeye ‘ Greek Coffee ‘ diyorlar, menülerinde de öyle yazıyor. Zaten Musakka, cacık, humus, tarator ortak isimlendirdiğimiz yiyecekler, ve hemen her restoranın listesinde var..

Meral bu kahveyi garsona ısmarlarken ısrarla ‘ Türk kahvesi ‘ diye ısmarlıyor. Bu arada bunu gözlerini garsonun gözlerine dikip sağ işaret parmağını adama doğru sallayarak söylüyor..

Bu tarz “ Bana bak sefil yaratık.. Bu kahve ‘Türk kahvesi’nin aynı..

Yutturamazsın.. Adını falan bizden izinsiz değiştirip de sinirimi zıplatmayın.. Dedelerimiz zaten sizin dedelerinizi yıllarca *@*+3.. Tamam mı?.. Delirtmeyin beni..” anlamına geliyor..

Söylemini “ Bunun adı Türk Kahvesi, ona göre” deyip bitirince gençler sallamıyor “ Elesperakasis..” falan gibi bir şeyler söyleyip gidiyorlar ve Meral rahatlıyor.. Bu istemediğimiz bir yanıt bile olabilir ama o rahatlıyor.. Her kahve öncesi aynen bu seramoniyi izliyoruz işte..


Kefalos Ortadoks Mezarlığı


Gelelim Kefalos’a.. Kos bir ucundan öteki ucuna 40 km. lik bir ada.. Kos şehri Türkiye’ye bakan bir uçta, Kefalos ise tam tersi istikamette. Bu arada Kos adası büyük bir Go-Kart meydanı gibi..herkesin altında bir ATV veya bir “Böcek” millet zırıl zırıl ortalarda. Burada yapılabilecek en iyi iş ‘Bisiklet Tamirciliği’.. Şayet bir bisiklet tamir dükkanın varsa sanırım alamayacağın kız olmaz burada.. Kefalos sakin, sessiz bir yer. Koyun güneye bakması az dalga almasını sağlıyor.. Durgun ve çok sıcak bir yer..

Şehir bir tepenin üzerinde, oraya çıktık, dışarıdan hayli ilgimizi çeken Ortadoks Mezarlığını ziyaret ettik. Mezarların üzeri evimizdeki eski büfeler gibi.. Mermere açılmış bir kanalın içinde sağa sola kayan vitrin camları var ve bunun içine ölen kişinin gülümserken fotoğrafları, dinen kutsal saydıkları İsa heykeli gibi, haç gibi simgeler yerleştirilmiş, içini plastik çiçeklerle süslemişler, insanı gerçekten etkiliyor.. Mezarları ziyaret ederken ellerinde plastik bidonlarla üzerinize koşuşturan, anında birken üç, üçken beş olan, vefat eden yakınınızla aranızda bir sessizlik içinde kuracağınız iletişimi parçalayan kılıksız, sahipsiz çocuklar da yok. Bizden farklı bir şekilde ölüye bir saygı var, onu hissettim.


Sevgi ve Ben

Kefalos’ta denizin hemen kenarı restoranlara ayrılmış.. Düzensiz gelişiyor burası. Yol restoranların arkasında. Hiçbir şey göremeden geri döndük, 2 restorana baktık, hoşumuza gitmedi, dönüş yolunda sıra sıra sağlı sollu plajlar var, bir tanesine girdik( Katerina), iki tepenin arasında sıkışmış restoranında yemeğimizi yedik, yemek sonrası dönüş yolunda Kardamena’ya uğradık. Burası adanın lüks otellerinin çoğunlukta olduğu bir yer. Dümdüz sahil şeridi yatırımcıları buraya çekmiş.. Hilton burada.. Yola devam edince Pili’ye, oradan Marmari’ye geldik.. Marmari Kardemena’nın tam tersinde Türkiye’ye bakan sahilde..Burada da çok güzel oteller var, ama bizim tatil köyleri gibi, sonuna kadar açılmış cırıl cırıl bir ses hoparlörden önce Yunanca, arkasından Almanca şakalar yapıyor . Çekilmez bir işkence yani..Bizde de ilk zamanlar tatil köyüne giden arkadaşım Ahmet’in bizzat yaşadığı beni yerlere yatıran bir anekdotu var..

Sarıgerme’de ilk açılan bir tatil köyünde Tavla turnuvası düzenlenmiş, animatör elinde mikrofon avazı çıktığı kadar bağırıyor “ DİKKAT DİKKAT… BİRİNCİ YARIŞMACIMIZ AHMET BEY ŞU ANDA DUBARA ATMIŞTIR… TEKRAR EDİYORUM DU BA RA.. ACHTUNG..! MAYNEN DAMMEN UND HERREN..” yahu ara vermeden yüksek tonda saçma sapan anonslar, hıkkıdı çıkkıdı müzik çekilir bir şey mi bu?..

Daha sonra Tigaki, ve otelimiz Jonathan Suites & Apartments De la Chambre Resort..


Uzo ve Yesim

Akşam yemeği yine Plori’de yenildi ve ertesi sabah 08.00 de taksilerimiz geldi, bizi teknemiz Fred’in olduğu limana götürdü..


01 Agustos 2011, Perşembe

Sabah saat 09.15’te yola çıktık, saat 11.00 de Simi limanına girdik. Simi çok dik bir yamaca kurulmuş her biri ayrı ayrı manzarayı görecek şekilde özenle sıralanmış evlerden oluşan bir tiyatro sahnesi.. Binalar uçuk pembe, uçuk mavi, mavi beyaz, taş.. Gözü zorlayan gecekondumsu tek bir ev yok.. Öğle yemeğini Simi’de yedikten sonra iki taksi ile Simi’den 4 km. uzaklıktaki Pedi Koyuna gittik. Otelimiz Pedi Beach Hotel, Sağ olsun yerlerimizi yine Yeşim ayırtmış, içeri ilk ben girdim, çok yaşlı bir adam konuşma yapıyor, 20 – 30 çok yaşlı insanlar onu sessizlikle dinliyor.. Üniversite’de amfi’de ders verilirken hayli geç kalıp içeriye giren bir öğrenci durumundayım.. Sanırım dini bir vaaz veriliyor.. Oteldekilerin yaş ortalaması 125 falan.. Sanırım müşterilerin çoğu ölü.. Belli ki senenin belirli bir gününde bunları kısıtlı bir süre için Pedi Beach Hotel’e gönderiyorlar ve bu gün, o gün.. Şansa bak.. Bahçede oturan bir adam var, kalbi çıkarılmış, adam gözlerini bir yere dikmiş öyle duruyor.. Göğüs kafesi dikilmiş, kalbin olduğu yer çukur.. Yeşim, Meral bu tespitlerime gülüyorlar ama asıl gece yarısı saat tam 12 ‘yi vurunca göreceğim onları.. Kendi kendine kapanan dolap kapakları, koridorlarda uçuşan perdeler..


Simi / Symi

Otel eski ama temiz.. Klima harika çalışıyor, tam önümüz deniz.. Pedi koyu ‘ U ‘ şeklinde, sanırım bir krater ağzı.. Etrafı tamamen porfirik kayalardan oluşmuş ( salladım tabii ) Ay yüzeyi gibi, 1- 2 tane ağaç var,etraf sessiz.. Bu arada bunları yazarken tam yanımda yatan çok yaşlı adamın çenesi düştü.. Bağlasam mı?.. Karısı zaten ben geldiğimden beri elleri iki yanında gözleri kapalı hiç kıpırdamıyordu.. Ama kocasının çenesi ‘Pat’diye düştü.. Bunların aralarında denize girenleri bile var.. Ama hiç kımıldamadan öyle duruyorlar.. Eee, kolay değil tabii senede bir gün kısıtlı bir süre için çıkabiliyorlar.. Pedi’den Simi’ye her yarım saatte bir otobüs var. 1.30 euro adam başı.. Saat 18.30 otobüsüne Meral, Sevgi ve ben yetiştik, otobüs balık istifi ama gideceğimiz yol zaten 4 km.. Simi’de akşam oluyor, gerçekten güzel bir tablo.. Bu arada adada su yok. Kışın yağan yağmur suyunun depolanması ile gideriyorlar su ihtiyaçlarını.. ( Mutlaka takviye de ediyorlardır ) Oteldeki banyo’da küvetin üzerinde ‘Suyu harcamayın, önümüzdeki aralık ayına kadar yağmur yağmayacak’ yazılı.. Simi sokaklarında dolaşırken sevgili kardeşim Ahmet Güder ve Ayşegül’e rastladık.. Çok büyük tesadüf, çok sevindim.. Beraber oturup gülüp eğlenerek güzel bir yemek yedik, bize, Pedi koyunun iki sağ yanındaki Nanou isimli koya gitmemizi özellikle tavsiye ettiler..


02 Eylül 2011, Cuma

Fred’in kaptanı ‘ Hasan kaptan ‘ Pedi koyuna gelip bizi iskeleden aldı ve Lopida Körfezindeki büyük manastırın olduğu koya götürdü, oradan Marathounta koyu ve sonunda Nanou koyuna geldik. Burada etrafı demir parmaklıklarla çevrili bir restoran var, parmaklıklar keçilerin içeri girememesi için yapılmış, keçiler limon dahil ne verirseniz anında yiyorlar. Bu koyda yüzdük, mangalda simsiyah yakılarak özel gayretlerle takır takır kurutulmuş palamut yedik.. Deniz tüfeğimi boşuna getirmişim koyun en sığ yeri 75 metrenin üzerinde.. sahile çıkılan sığ yerde ise herkes yüzüyor.. Yanına demir attığımız teknede erkekler çırılçıplak.. Uzaklaşıp Pedi koyuna, harika klimatize edilmiş odamıza dönüyoruz..


Manos'un yeri.. Bekliyoorrr..

Akşam otelin servisi ile Simi’ye indik, bize “ Biz akşam yemeğini Manos’ta yemeği düşündük..” denildi, bu restoranda atılan ‘Kallavi kazık’ hakkında hayli uyarılmıştık.. Sevgili arkadaşımız Özay daha önce buraya gelmiş, 6 kişi 450 euro hesap ödediklerini söylemiş, “ Aman ha oraya gitmeyin..!”diye uyarmıştı.. Bu kadar uyarıya rağmen oradan yer ayırtılması artık keyfe girer.. Ismarlamadığımız şeyler bütün çabalarımıza rağmen ‘zorla’ masamıza konuldu, ve bize ‘ şu kadar ‘ geçirdiler.. ( avuç ayalarınız birbirine bakacak şekilde aralarına 40 cm.mesafe koyun, bu işlemi yaparken başınızı bir sağa bir sola götürüp üzgün bir yüz ifadesi ile mesafeyi kontrol edin)


03 Eylül 2011, Cumartesi

Bu gün Bodrum’a dönüyoruz.. Sevgili Meral’i Palamut Bükü denilen, Datça yarımadasındaki Aktur’a en yakın noktada bırakacağız..

Simi'nin kızları pek "donuk"

Meral’in bir bavulu var, 20’lik konteyner’in biraz küçüğü.. Bir varili sıkıştırıp bir dikdörtgen prizma yapın,üzerine de bir kulp yerleştirin, işte o ‘şey’ Meralin bavulu.. Altında tekerlekleri var, görenler alet kaldırımda tıkır tıkır kendi kendine yürüyor zannedip gözlerine inanamıyor.. Halbuki onu arkasından Meral itiyor.. Bavulu Simi’de gören taksi şoförü bu ‘Tanımlanamayan Yabancı Cismi’ arabasına almak istemedi, Sevginin elini iterek “ Gidin, bunu kime taşıtırsanız taşıtın..” dedi.. Sevginin ısrarı ile o ‘dev şey’ bagaja indirildi, burnu havaya kalkan takside şoför yolu görebilmek için boynunu zürafa gibi direksiyon simidinin üzerinden uzattı durdu..

O bavul Palamut Bükü’ne nasıl çıkartılacak bilemiyorum.. Ama indikten sonra teknenin ciddi olarak hafifleteceği kesin..

Eveet, teknemiz Simi’den ayrıldı, biraz sonra sakin koylardan çıkıp suları yara yara, hoplaya zıplaya Palamut Bükü’ne vardık, Sevgili Meral burada indi, Sevgili Bavul da indi, tekneyi karşılayan görevli bavulu görünce bir iki adım geri attı, ama sonra almak zorunda kaldı..

Palamut Bükü’nden sonra Gökova körfezini geçerken Hasan kaptan denizdeki dalga boyu, yüksekliği ile teknenin hız orantısını iyi ayarlayamadı ve iri bir dalga teknemiz Fred’in içine doldu. Yatak odasının üzerindeki kapağı da açık bırakınca olanca su yatak odasına, oturduğumuz koltuklara doldu.. Allahtan üzerimde mayo vardı.. Yolumuzun üzerindeki Kara Ada’da mola verdik, Hasan kaptan asıl mesleği olan aşçılığa girişti, bize bir tencere ‘ Fesleğenli Penne makarna’ yaptı.. Tencerenin üçte birini kendisine ayırıp gerisini 8’e böldü ki bana 22 tane ‘Penne’ düştü.. Deniz pırıl pırıl, denize attığım ekmek parçalarına bir sürü Melanur doluştu.. Ekmeği parçalarlarken suyun üzerindeki oynaşmaları yan teknedeki Fransız kızlara oyun oldu, Onlar da balıklarla oynaşmak isteyince sanki kızlar benim denize attığım ekmeklere geliyorlarmış gibi göründü.. Bu da aramızda bir espri konusu oldu, “ Yahu Türk kızları eve, arabaya gelir, şu Fransız kızlarına bak, bir dilim ekmeğe razı..” diye..


"Ekmeğe gelen" Fransız Kızları..Karaadada çok var..


Pedi Beach





No comments:

Post a Comment