Monday, 31 December 2012

1994 Sri Lanka, 2. Seyehat


Sri Lanka’ya 1993 yılında gitmiştik. Singapur, Bali, Bangkok Gezisi sırasında Emirates’in Colombo’ya indiğini duyunca 2 günlük bir tatil için Colombo ve Kandy’e uğramıştık. Bu adaya gitmeden önce birçok uyarı aldık.. Tamil gerillaları ile hükümet kuvvetleri yıllardır çarpışmaktalar.. Çarpışmalar boyunca 60.000 kişi hayatını kaybetmiş.. Endişelerimi ilettiğim Türkiye’nin fahri başkonsolosu Mr. Wijaratne bize aynı olayların Türkiye’de de yaşandığını söyledi ve korkmadan gelmemizi istedi.. Geçen yıl gittik, çok iyide ettik.. “Sri” nin anlamı “Parlayan..” “Lanka” ise “Ada”.. Sri Lanka’nın anlamı “Parlayan Ada”.. Bu ismi adadaki çok zengin “Safir” madenlerinden ve diğer taşların bolluğundan almakta.. Geçen kısa ziyaretimizde çok güzel anıları kalmıştı aklımda, yemyeşil bir ada! Muson yağmurları ile gümrahlaşmış ormanlar, sevimli fahri başkonsolosumuz Wijeratne bu yıl yine bizi bekliyor. İlk gezinin tadı gerçekten damağımızda kalmıştı, tam olarak görememiştik bu harika adayı..Onun için tekrar yeni bir gezi düzenledik..


Geziye ailemiz tam kadro katılıyor.Ben, Sevgi, Kaan ve Işıl.. Antalya Mimarlar Odası Mimarlarından Recep ESENGİL, Sevimli eşi Mimar Nuran Hanım, kızları Zeynep ve üç rakı şişeleriyle geziye Güney Anadolu’dan katılıyorlar.

Ankara Ticaret Odası Mühendislerinden Faruk Bey ve sevgili eşi Mimar Gülen Hanım bizleri kırmayarak gezimize katıldılar. Hepimiz Ürdün Havayollarının RJ162 sefer sayılı uçağındayız. Uçağımız Airbus ve hayli kalabalık, genellikle Uzakdoğu kökenli müşteriler.. Oğlum Kaan’ın yanına uçakta yeşil gözlü fıstık gibi bir Arap kızı oturdu.. Arabın güzelide feci güzeldir yani!

Faruk, Recep ve benim ısrarlarımla Kaan kız ile konuşmaya başladı. Uçağımız önce Ankara’dan İstanbul’a inecek sonra ver elini Amman. Amman’a İstanbul’dan geç kalkmamıza rağmen zamanında indik. Pilotun akrabasının düğünü varmış, kestirmeden 1 saat 45 dakikada Kraliçe Alia Havaalanına indik. Türkiye ile saat farkı yok. İner inmez Colombo uçağına aktarma yaptık, RJ194, A310 uçağı ile pilotun söylemine göre 6 saat 15 dakikada Colombo’ya vasıl olacağız. Uçakta kıble her Arap havayolu uçağında olduğu gibi devamlı gösteriliyor. Kıble, ilk kalkışta normal yerinde yani güneyimizdeydi, şimdi tam sırtımızda, bu böyle devamlı dönerse kimse namazını doğru dürüst eda edemeyecek..

Zeynep ile Işıl feci acıktı, içki ile verilen fıstıklar neredeyse kâğıdı ile yenilecekti. Rakıya en yakın karışımı elde edip uyumak niyeti ile Absolute Votka üzeri bira karışımını Stewart suratını ekşiterek ikram etti. Yemekte biftek veya tavuk var, ben tavuk, Sevgi biftek istedi. Gelen tavuğun görünümü berbat. Bundan sonra evdeki köpeğimiz Çomar’ın yemeğini daha özenli hazırlamak üzere bir karar alıyorum. Işıl tulumba tatlısı görünümlü bubi tuzakları dışında her şeyi yedi, Recep “asıl yemeği” beklerken tepsilerin kaldırılmasına bozulur gibi oldu.

NEGOMBO – COLOMBO

Negombo, Sri Lanka’nın havaalanının bulunduğu yer. Bizi orada daha önce yazıştığım Hemtours yetkilileri karşılıyor. Giriş damgası için epey bekliyoruz. Tur rehberimiz Kamalasuriya. Biz gerisini söylemiyoruz kısaca “Kamal” diyoruz, anlıyor. Çok iyi bir insana benziyor nitekim tur sonuna kadar bozmuyor kalitesini. Kedi bıyıkları gibi kulaklarından kıllar fışkırmış.. Bunun kendisine ayrı bir hava veriyor olduğunu zannettiğini sanıyorum..

Hemtours’un 40 kişilik otobüsü dışarıda bizi bekliyor, oysa biz dokuz kişiyiz..Otobüse binip yola çıkıyoruz. Programa göre ilk kalacağımız şehir Kandy. Yolun iki tarafı palmiye ormanı ile kaplı, her taraf yemyeşil, büyük hayranlıkla izliyorum manzarayı..


İhtiyaç molası için durduğumuz restoranda yemek yiyen bir gurup var, ekmek yerine “tel kadayıf” kullanılıyor.. En iyisi otellerin dışında yemek yememek çünkü yemek ve yiyiş şekilleri pek hoşumuza gitmiyor. İlk otelimiz Kandy’de “Koloniyel stil” de inşa edilmiş Mahaweli Reach Otel..

Girince hemen etkileniyoruz. Ancak odalarının genişliği daha çok etkiliyor bizi. 1993′teki gelişimizde günübirlik uğramıştık. Onun için bana ilginç gelmez diye düşünürken Kandy ilgi odağımız oluyor. İlk durağımız daha Kandy’e ulaşamadan Pinnawela- Fil Bakımevi (Zeynep’in tercümesi ile Fil Yetimhanesi) burada şansımıza fillerin banyo saatine denk geliyoruz. Bizim çocuklar sevinçli ve ilgililer. Dev cüsseli hayvanların nehirdeki oynaşmalarını gözlemliyoruz. Hepimiz çok yorgunuz, ağaca yaslanan gözlerini yumup uyumaya çalışıyor. Eee kolay değil en az 12 saattir yoldayız. Ankara – Çubuk – İstanbul – Amman – Colombo – Kandy!

Otelde herkes istirahata çekiliyor. Saat 15.00′e kadar izinliyiz. Kaan ve Işıl açlıktan yemeğe koşuyorlar, ısmarladıkları yemekleri “köri” soslu damak tadımıza “uçakla 12 saat” uzak.. Tabii anında mideleri bulanıyor, pişmanlar! Biz daha önceki tecrübelerimizle “sandviç” istiyoruz ve yanılmıyoruz. Otelin bahçesinin neredeyse tamamını kaplamış havuzda geçen birkaç saat sonucu otobüste buluşuyoruz. Ankara soğuk ve yağmurlu, burada ise sıcaklık 30°C, herkes yazlıklarını giyiyor. İlk şehir turundan sonra programımız Kandy Botanik bahçesi.. “Asya’nın en büyük botanik bahçesi” diyor Kamal.. Ülkesini çok seviyor ancak yinede bizi de yerel halka karşı hep uyarıyor, kolluyor.


Botanik Bahçesinde bir koruluğa giriyoruz. “Temple tree” denilen bu koruluk görünümü tek bir ağaç kapladığı alan 1.800 m² yaklaşık 2 dönüm. Kökleri dışarı sarkan bir ağaç var, adı “Banyon tree” vakit darlığı ile ona gidemiyoruz ancak daha sonra Colombo’da görüyorum ağacı..Bizi gören herkes bahşiş istiyor.. Terör olaylarından dolayı bu cennet ülkede turist sayısıda çok az.. Bahçıvanın biri bizi görünce bahşiş almak için koşup bir şeyler getiriyor. Bir bakıyorum yaklaşık 10 cm boyunda dev bir akrep, simsiyah, Bond filmlerinde rol alabilecek irilik ve görünümde! Kendisine 1 DM veriyorum, kabul etmiyor, bunun 30 rupi olduğunu söyleyince de sevinerek alıyor.


17.45′teki dans gösterisine yetişiyoruz. En ilginci Tamil’lerin ateş dansı. Resmen köz halindeki kömürlerin üzerinde yürüyorlar. Biz yumuşak ayaklar ilgi ile seyrediyoruz yerlilerin Ateşle oynaşmalarını.

Oradan “Kutsal Kandy Tapınağı”na gidiyoruz. Burada Buda’nın dişleri var. Bu dişler Hindistan’dan adadaki ilk başkent Anuradhapura’ya getirilmiş, buraya dişleri geri almak için Hintliler saldırmışlar, Kral dişleri alıp Polannaruwa’ya kaçmış ve burayı başkent yapmış, daha sonra ikinci bir saldırıda dişleri alıp ülkenin en ortasında korunması doğal şartlarla daha kolay olan Kandy’e gelmişler ve bu tapınağa dişleri saklamışlar. Bu dişler onların güvencesi daha da önemlisi milli birliklerinin teminatı bu dişler giderse Sri_Lanka diye bir şey kalmaz. Aman dişlere dikkat! burada hiç deprem, tayfun olmuyor sebebini yine dişlere bağlıyorlar.. (Ne yazıktır ki bu yıl (2005) Dünyada gelmiş geçmiş en büyük afetlerden biri güney Asya’yı vurdu.. Tsunami Buda’nın dişlerine rağmen 30.000 Sri Lanka’lıyı yok etti..) Tapınak gezisi sonucu otele dönüyoruz, otelde balayından dönen bir çift var.. Aileleri kapıda karşılıyor, misafirler paket paket hediye getiriyor. Kız bakire olduğunu ispatlamak zorunda imiş, malum çarşaf tüm misafirlere gösteriliyor. Şayet gelin “kız” çıkmazsa damat hemen evini ayırıyor. 7 yıl boşanmak yasak, tekrar evlenebilmek için 7 yıl ayrı yaşıyorlar. Bence damada en büyük kazık.. Öyle ya adamcağız ne bilsin! İnanmış, güvenmiş, aldatılmış, birde 7 yıl ceza çek, elin üçkâğıtçısından bunu “Tüketicinin Erkan abisine” yazmalı!


Çok şey konuştuk evlilik üzerine, bu iş hakikaten ciddi bir iş burada! Her doğan çocuğun saat ve dakika kayıt edilip Horoskopu çıkarılıyor. Gençler görücü usulü ile evlenirse iki gencin ailesi Astrolog’a gidiyor ve Horoskop uyumu inceleniyor. Bu tamamsa iş geliyor pazarlığa. Kız tarafı Drahoma ödüyor. Eğer kızın babası zenginse keseyi açıyor. Okumuş, üniversite mezunu damat adayı zengin oluyor!

Çok fakir bir kız fakir oğlanla evlenebiliyor. Türkiye’de olsa Hülya Koçyiğit, Münir Özkul ne filmler çevirirlerdi. Hülya Koçyiğit’in elinde iki Hindistan cevizi ve bir mango Tarık Akan’a talip. Tarık doktor olmuş Reha Yurdakul’un kızıda ona talip.. Münir Özkul’la Hülya’nın gözyaşları yanaklarından süzülürken.. Neyse lafı uzatmayalım. Akşam açık büfeye rakımızı koyuyoruz. Kamal daha sonra teşrif ediyor hep beraber “rakılanıyor” rakının masaya çıkarılışı için izin alıyoruz. İzin 250 rupi!( 3 dolar)


Güzel bir uyku ile ertesi sabah Sigiriya?ya hareket ediyoruz. Burada da tarihteki taht kavgaları Osmanlı?daki gibi. Tek fark burada at yerine fil var, o kadar .. Kralın yerine geçen 1. karısından en büyük oğlu birde 2. hanımından en büyük oğlu var. İkinci oğlu hakkı olmamasına rağmen asıl oğlanın elinden krallığı alıyor. Tahtını sağlama almak için ülkenin tam ortasındaki cangılın arasından birden yükselen bir kaya kütlesinin üzerine, savunması kolay Sigiriya?ya saray yaptırıyor. 200 m. yükseklikte olan bu kayaya tırmanıyoruz. Kaya kütlesinin en üzerinde bir su deposu/yüzme havuzu var. Yıllar önce ilkel teknoloji ile 200 m. yüksekliğe bu suyun yel değirmenlerinin yarattığı basınç ile kalenin etrafındaki su havzalarından basıldığı rehberimiz Kamal tarafından ileri sürülse de hayali ihale dosyasını inceleyen gurubumuzdan Mühendis Faruk Bey ?Ulan ne biçim rüzgârmış bu? diyerek konuya sıcak bakmıyor. Yukarıda manzara enfes, etraf cangıl, Tüm gurup tepeye tırmanmağa çalışıyor.. Tepeye çıkan altı uçurum olan yan yolda Zeynep?in başı dönünce geriye dönüyor, annesi Nuran?da mecburen .. Kilosu açısından en ümitsiz yarışmacı Recep müthiş bir deparla kendini tepede buluyor. Zannederim tepede parlayan cam parçasının ?Rakı Şişesi? olabileceği algılaması ile kendisini yanıltmasının payı büyük ama o bunu açığa vurmuyor, bizde bir şey söylemiyoruz.

Sigiriya'dan inerken boyunlarımıza doladığımız piton yılanı ile resim çektiriyor Kaan, Nuran, Zeynep, Işıl birde ?kobra dansı? seyrediyoruz. Çocuklar bu resmi arkadaşlarına gösterip atacakları havanın zevkini yudum yudum tadıp neşeleniyorlar. Gülen bizimle gelmeyip tepenin hemen yanındaki Sigiriya Hotel?de kahvesini içiyor. Öğle yemeğimize Gülen?ide otelinden alıp devam ediyoruz. Ama otel çok güzel, yemyeşil ve bahçesinde bir fil dolaşıyor..




Öğle yemeği için durduğumuz yerde daha önceden hazırlanmış tavuklu sandviç bizi bekliyor, haşlanmış tavuk ve ekmek yiyoruz. Yandaki masada Kamal milli yemekleri pirinç ve muhtelif sebzeler bulamacı yiyor (Rice & Curry). Nereye gitsek aynı yemek var. Belki de en büyük ikramları birde yeşil bir ?beetle? yaprağına kireç macunu sürüp yiyorlar.. Hepsinin dişleri herhalde bundan bembeyaz. Çeşitli tohumlar görüyoruz. Baharatların ağaçlarını görüyoruz. Tarçın, karanfil, kahve, kakao, karabiber, vanilya v.s. Adamın biri palmiyeye çıkıp gösteri yapıyor. Asıl gösteri onların ?Show room?unda başlıyor. Çeşitli yağların tanıtımında elleri yemek kokan (muhtemelen bizim tavuklu sandviçlerin?lerin kemiklerini ayıklamış olan) adam Gülen?e yanak bana da alın masajı yapıyor. Adamın ellerinin pis koktuğunu söyleyen Gülen, gülemeden sıkıntısını ifade edince hepimiz gülüyoruz.

Adam sıcak bir ortam yaratmanın sırrının Gülen?in yanağından geçtiğini algılıyor. Başlıyor sürekli Gülen?e kokulu elleri ile masaja. Herkes memnun ama bu sefer Gülenin kocası Faruk rahatsız. Adam bu sefer Gülen?e vücut masajı yapmak istiyor ?Vallahi Thai masajı olmayacak? diyerek de güvence veriyor, bu sefer Faruk’u daha fazla kızdırmamak için ben kendimi feda ediyorum ve soyunuyorum, adam sırtıma ve omuzlarıma güzel bir masaj çekiyor ve bahşişi kapıyor.


Daha sonra Matale'ye batik fabrikasına gidiyoruz. Herkes birer parça batik alıyor. İmalatı, boyanması ve kullanılması hakkında bilgi alıyoruz. Konu mankenleri ben, Kaan ve Zeynep..

Akşam yemeğinde yine aynı şekilde rakımızla beraberiz. Ertesi gün çok uzun bir yolculuk var gündemimizde, iptal ediyoruz. Nuwara Eliya?ya gitmeme kararı alıyoruz çünkü o zaman yol 11 saat sürecek. Yola çıkıyoruz ve Işıl?ın odada saatini unuttuğumuzu fark ediyoruz. Kaan ve Kamal dönüyor, yarım saat sokakta bekliyoruz. Saati bulup getiriyorlar.

Uzun bir yoluculuk yapıyoruz. Yolda meyve satan kızlarla resim çektiriyoruz, adamın biri süngerle karısını yıkıyor, ilgi ile onları, onlarda ilgi ile bizleri seyrediyorlar.

Öğle yemeği için yolda bir restorana giriyoruz. Restoranın mutfağını görünce muz yemek istediğimizi söylüyoruz. Oradaki pişen yemek ne mi? Tabii Rice&Curry dedikleri milli yemekleri.. Derken Galle yoluna çıkıp Hikkaduwa?ya dönüyoruz. Hikkaduwa?ya Supercorals Hoteline geliyoruz. Karşılama müthiş.. Herkese orkideden gerdanlık takılıyor, daha doğrusu mabet çiçeği.. Bir orkide cinsi sanki.. Hoş geldin kokteyli veriliyor, lobi fena değilse de bina en az 30 yıllık. Banyoları koridora bakıyor, duş alırken göğüs hizasına kadar koridordan görünüyor. Yıkanan insanın ani sabun bitmesine karşılık oradan geçen birisine ricada bulunabilme imkânı projeyi çizen mimar tarafından düşünülmüş olsa gerek.

Kendimizi Hint Okyanusuna atıyoruz. Akşam için Hint Okyanusunun karşında salaş ? güzel bir arası bir restoran buluyoruz. Rakımızı içip okyanus kenarında şezlonglara uzanıp kahvemizi yeni ay?a karşı köpük köpük dalgalanan Hint Okyanusuna karşı içiyoruz.

Sabah kahvaltıya iniyoruz. Masaların etrafında tavşanlar geziniyor. Işıl Otelin tüm tavşanlarını ve kargalarını altına toplayıp besliyor.

Tekrar yol koyuluyoruz. Hedef Kalutara?nın Wadduwa bölgesindeki Villa Ocean View Otel, Supercorals?tan sonra müthiş geliyor bize. Odaları da enfes, hemen havuz başına koşuyoruz. Günün menüsü ?Spagetti?, 150 rupi, herkes ısmarlıyor ancak ?Spagetti Bolonez? in kıyması bana biraz ağır geliyor benimkini Kaan yiyor.

Hint okyanusu sert dalgalarını oynamamız için gönderiyor. Faruk, Recep, Işıl, Kaan ve ben saatlerce dayak yiyoruz beyaz köpüklü dalgalardan ancak hiçte şikâyetçi değiliz ancak bunun acısı Faruk?tan çıkıyor ertesi gün?

Akşam yemeği açık büfe değil. Çorba, tavuk kızartmasından oluşan menü 450 rupi masamızda rakımız ve Sri Lanka?lı dört kişilik bir grup müzik yapıyor. ?Ayubowan me? ve Lanka Sri Lanka? şarkıları ile coşuyoruz.. Öyle ki Faruk bile bahşiş veriyor. En çok eğlenen bizim masamız. Animatör Fernando bir ara sadece bizim masamıza demir atan müzisyenleri uyarıyor. Gece uykuya çekiliyoruz.


Bugün 12 Şubat 1994 Çarşamba

Colombo?ya hareket ediyoruz. Colombo 4,5 milyon nüfuslu şehrin girişi araç trafiğinden felç olmuş durumda. Buna neden biraz da Mart sonunda yapılacak seçimlerin nümayişleri, Colombo?da Hemtours genel merkezine gidiyoruz. Mr. Janaka bizi karşılıyor. Recep, Nuran ve Kaan?da benimle beraber. İlk tanışma sonrası Janaka ile hayli dost oluyoruz.. Daha sonraki yıllarda birlikte götürdüğüm 100?e yakın arkadaşımı mükemmel ağırlıyor Janaka.. Hala çok yakın dostluğumuz devam etmektedir..


Daha sonra Kamal?ın götürdüğü kazıkçı bir hediye dükkânına giriyor ve çıkıyoruz. En son olarak Colombo Oberoi Oteline varıyoruz, otel muhteşem görünüyor ve bizi etkiliyor. Odaları kaldığımız önceki otellerden küçük. Lobide buluşup Gülen?in ?Mavi Topaz? alışını bekliyor, bu arada sandviçimizi yiyoruz.

Saat 15.30 ?da burada ?TukTuk? adı verilen küçük triportörlere binip 1 saat şehri geziyor ve alışveriş ediyoruz. 1 TukTuk?un bir saatlik ücreti 150 rupi. Yani 300.000 TL 1 Rupi=2,000 TL olmuş oluyor ve ben bunları yazarken utanmış oluyorum. Bunlarla glu glu devletler diyenlerin bilgisizliklerine kızıyorum. Tuktuk gezimizde alışveriş yapıyor, Budist tapınaklarını geziyor ve otelimize dönüyoruz. 1993?teki seyahatimizde Hilton Colombo?da kalırken adının Ramiz Cafer Muhammed olduğunu söyleyen Sri Lanka?da mukim %7 Müslümanlardan biri benden Kuran istemişti. Dini inançlara hürmetimin sonsuz olmasından Ankara?dan epey pahalıya aldığım Kuran?ı paketleyip götürüyorum. Hilton Otelinin lobisinde kuyumcu dükkânına çalışan Ramiz Cafer Muhammed geçen yılın aksine çok soğuk ve normal karşılıyor beni. Kuranı sanki ona borcunu geç ödemiş birinden parasını geri alır gibi sertçe elimden alıp tezgâhın altında bir yere doğru ittiriyor. Yaptığım kadirşinaslıktan dolayı gözleri dolu dolu bir Müslümandandan ?Aferin!? almayı beklerken bu Hindistancevizli herife sinir oluyorum! İyilik yapmak isteyip hayal kırıklığına uğrayan ilkokul çocukları gibi hissediyorum kendimi. Tuktuk?a binip Recep?le otele dönüyoruz. Yolda asker, kontrol için durdurup güneş gözlüğü ve kalemime sulanıyor. Sonra vazgeçiyor bu eyleminden Allah ellerine düşürmesin!. Otele dönüyoruz..


Akşam yemeği Oberoi Otelde açık büfe..

Envai çeşit balıklar var, modernize edilmiş bir at arabasının arkasında.. Kırmızılı, beyazlı, muhtelif mercan kayalıkları ve okyanus balıkları. Beğenip işaret ettiğin balık temizlenip mangalda pişiriliyor ve tabaklara konup servis yapılıyor. Mezeler karides, pavurya, ıstakoz? Wijeratne?nin torunu gelip bizi arka bahçede buluyor. Ona isteği üzerine kuruyemiş ve rakı getirmiştik, kendisi rahatsız olduğu için gelemediğini telefonda bana iletiyor, getirdiklerimizi torununa teslim ediyoruz. Gülen ve Faruk?ta ona kuruyemiş getirmişlerdi. Biraz mahcup oluyorum Wijeratne adına. Sabah erken saatte kalkıyoruz, etraf zifir karanlık. Yolda DSİ tabelasının önünde korkarak Faruk?la tabelanın resmini çekiyorum. Devamlı DSİ?ye baraj projesi çizen Faruk?a bu tabela ile fotoğraf çektirmek nedense ilginç geliyor bu adam kesseler kimse duymayacak karanlıkta.

Havaalanına dönüyoruz ve bu güzel gezi bitiyor.

Önce Amman daha sonra Ankara?ya geliyoruz.. O kadar etkiliyor ki beni Sri Lanka, bu ikinci geziden sonra 2005?e kadar toplam 5 kere gidiyorum o cennet adaya.. Kim bilir bundan sonra daha kaç kere gideceğim?.. Çocukluğumdan beri hep adaları özlemle yaşamak istemişimdir.. Etrafı derin denizlerle çevrili olduğu için emin ve koruyucudur adalar.. Okyanusun ortasında sahilleri dalgalarla yıkanan o unutulmaz güzellikteki adalarda Edgar Alan Poe?nun aşık olduğu Anabel Lee?sini aramak için nerelere gitmedim ki?.. Oahu?ya, Hawaii?ye, Karayip adalarına, Jamaika?ya , Mykonos?a, Santorini?ye, Girit?e , Kıbrıs?a, Kos?a, Bozcaada?ya.. Takvimlerde görüp özlemini çektiğim palmiyelerin kumsalın üzerine uzandığı o hayalimdeki adayı bir tek Sri Lanka?da buldum.. Ne olur sizde görün..

Sevgilerimle..


No comments:

Post a Comment